EDİRNE NOTLARI 1
Hasan KARAKAYA
İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdür Yardımcısı
Edirne, özellikle Sultan II. Murad döneminden başlayarak bir yüzyıla yakın süre içerisinde hızla gelişir. Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul’u fethetmesinin ardından Devletin evi olan Edirne Sarayı’nı İstanbul’a taşımasıyla, başkent unvanını İstanbul’a devreder. Edirne artık Devlet-i Aliyye’nin ikinci merkezidir ve bilim, kültür ve sanat kenti olarak gelişmesini sürdürür. İstanbul’un başkent olmasının ardından Kanuni Sultan Süleyman, Belgrad seferini buradan başlatır ve bu sırada şehrin suyolları yapılır. II. Selim döneminde ise kentin adeta simgesi haline gelen ve kenti taçlandıran ünlü Selimiye Camii’nin yapımına başlanır.
Yaklaşık beş asır barış içerisinde yaşayan kent 18. yüzyılın ortasından itibaren durgunluk dönemine girer. 1745 Büyük Yangını, 1751 Depremi kenti tahrip eder ve 19. yüzyıldan itibaren kent işgallerle sarsılır. 1828–29 ve 1877–78 Osmanlı-Rus savaşları sonunda işgaller yaşayan Edirne, 1912–1913 Balkan Savaşı’nda Bulgar, 1920 yılında ise Yunan işgaliyle yıkıma uğrar. Kurtuluş Savaşı’nın ardından 25 Kasım 1922’de Türk Ordusu Edirne’yi geri alır. 20 Ağustos 1938 tarihinde Montreux Antlaşması’ndan sonra il merkezi olan Edirne, Türkiye’nin batı sınırı ve Avrupa’ya açılan kapısı olarak bugünkü konumunu alır.
Görkemli Osmanlı geçmişinin ne yazık ki az bir kısmını günümüze taşıyan tarihî kent merkeziyle Edirne, bu yönüyle yine de “Yaşayan Osmanlı”dır. Osmanlı’nın mirası olan camiler, kervansaraylar, köprüler, medreseler gibi tarihî yapıların arasından muhteşem minareleriyle Selimiye Camii, şehre gelenleri ilk karşılayan Osmanlı Dönemi yapısıdır. Devletten İmparatorluğa geçiş yapılarından Eski Camii, Muradiye Camii ve Üç Şerefeli Camiine sahip olan Edirne, Osmanlı İmparatorluğu’nun bilim, kültür ve sanat alanında önemli faaliyetlerin yapıldığı, mimari, hat ve süsleme sanatında özgün örneklerin verildiği bir şehir olmuştur.
1950’li yıllarda Edirne’ye gelenler, kenti gezmeye genellikle Muradiye Camii ile başlamışlardır. Muradiye Mahallesi’nde, şehre ve Sarayiçi’ne hâkim bir tepe üzerinde bulunan Cami, Sultan II. Murad tarafından 1436 yılında yaptırılmıştır. Sultan II. Murad rüyasında Mevlâna’yı görmüş ve Mevlâna, Sultan’dan bir Mevlevihane yaptırmasını istemiştir. Muradiye Camii böylelikle bir Mevlevihane olarak inşa edilir. Mimarı taç kapının kilit taşını Mevlevi sikkesi şeklinde yaparak alamet-i farikasını taşa işlemiştir. Kısa süre sonra yine Sultan II. Murad tarafından camiye dönüştürülür. Muradiye Camii, ters “T” biçiminde, bir zaviyeli camidir. Mihrabı süsleyen her biri farklı detaylara sahip, üslup ve desen çeşitliliği gösteren çinileriyle Muradiye Camii hayranlık vericidir ve izlerini taşıdığı kalem işleri ise döneminin ender özgün örneklerindendir.
Muradiye Camii’nin haziresinde ise, Edirne şairlerinden Enis Recep Dede, Şair Neşati, Hacı Eşref ve bazı Mevlevilerin mezarları yer almaktadır. Ayrıca İngilizlerin 2. Dünya Savaşı sonrasında Edirne’ye sürgün ettikleri Şeyhülislam ve Türk bilginlerinden Musa Kâzım’ın da mezarı bu hazirededir.
Muradiye yokuşundan Selimiye yönüne Tekkekapı Caddesine doğru inince, hemen aşağıda Yeniçeriler Hamamı her biri harikulade sanat şaheseri kubbeleriyle sizi sessizce karşılar. Edirne Valiliğince yakın tarihte özel mülkiyetten alınarak kamulaştırılan bu hamam ve çeşme onarılıp şehrimizin kültür hayatına katılacağı günü sabırla beklemektedir. Sarı Cami ile Necmi İğe Konağı, hamamın hemen yakında “Buradayız.” der. Bu tarihi konak, geleneksel Edirne konutlarının 17. yüzyıl sonu 18. yüzyıl başından günümüze gelebilmiş tek örneğidir. İğcioğlu Ahmet Ağa tarafından yapılmıştır. Edirne Müzesi kurucularından olan Necmi İğe, dedesine ait bu evde 1898 yılında doğmuş ve 1955 yılına kadar bu evde yaşamıştır. Haremlik ve selamlık şeklinde, zemin kat, ara kat ve üst kat olarak inşa edilen bu evin onarımı Trakya Kalkınma Ajansı tarafından yaptırılmıştır. Bu konağın Edirne’nin zengin etnografyasını yansıtan bir müze şeklinde ele alınması, Edirnelilerin Necmi abisi adına, Edirne Müzesinde mevcut bu eve ait eserlerle birlikte müze yapılması şehrimizin kazanımı olacaktır.
Konağın önünden Tekkekapı Caddesine üzerinden, Osmanlı devrinde halkın saraya ulaştığı, sünnet alayların geçtiği, nahılların geçişi esnasında cumbaların engel olmaması için yıkılıp yeniden yaptırıldığı bir tarihin izlerini takip ederek, Edirne Müzesi’nin kazısına devam ettiği Fatih Sultan Mehmed’in sütannesi Daye Hatun Mescidi kalıntılarıyla, üzerinde su terazisi yer alan Tepe Mezarlığıyla Sarayiçi köprüleri üzerinden Edirne Sarayı’na ulaşılır.
Selimiye’den Muradiye’ye, Muradiye’den Sarayiçi’ne bu çevrede Kabulî Baba, Başcızade Mustafa Efendi Mezarı, haziresindeki bilginleriyle meşhur Zehr-i Mâr Mescidînin izleri, Balaban Mescidi, Sarı Cami, Daye Hatun Mescidi, Haznedar Sinan Ağa Mescidi yeri, Atik Ali Paşa Camii, hamamlar ve çeşmelerini göreceğiniz bir gezi sonrasında, Selimiye’nin enfes bir silueti için size seslenen Zehr-i Mar yokuşu adeta davetine icap etmenizi bekler.
1950’lerde şehre gelenlerin ilk ziyaret noktası olan Muradiye Camii ve etrafının bu yönleriyle planlanması, Muradiye Camii’nin hemen yakınındaki Taşköprü’nün ortaya çıkarılarak Taşköprü Sokağı’nın bir vadi olarak değerlendirilmesi, Muradiye çevresinin bir kültür rotası verileri olarak korunması ve bu yönde gerekli çalışmaların yapılması ile Edirne Sarayı, Yeniçeri Hamamı gibi bekleyen onarımların yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Tüm bu çalışmaların Edirne’ye katkılarının çok olacağı aşikârdır.
Bir yanıt bırakın