NASIL BİR DİN EĞİTİMİ? DİN EĞİTİMİ Mİ, DİNDAR EĞİTİMİ Mİ?

NASIL BİR DİN EĞİTİMİ? DİN EĞİTİMİ Mİ, DİNDAR EĞİTİMİ Mİ?
Prof. Dr. Nurullah ALTAŞ
Marmara Üniversitesi

İnsanların hayatlarını düzenlerken dikkate aldığı öncelikler, toplumdan topluma değiştiği gibi bireyden bireye de farklılıklar gösterir. Devletlerin veya toplumların eğitim sistemleri de bu bağlamda ilk olarak içinde yaşanılan toplumu merkeze alır. Yetişmekte olan nesle etki edecek faktörleri, içinde yaşanılan toplumun değer ve inançlarından hareket ederek eğitsel düzenlemelerini gerçekleştirir. Bunu yaparken de kendi dışındaki toplumların değerlerine önyargılı olmamaya çalışır. Hayatta önemi olduğu kabul edilen değerleri merkeze alarak ve toplumsal açıdan ilgi odağı olamayan konuları dışarda bırakarak eğitim programları düzenlenir. Kısaca insanların hayatlarında çok önemli olarak kabul ettiği her şey eğitimin içeriğini oluşturur.

Tüm sosyal bilim alanlarında olduğu gibi eğitim alanında da önemlilik sırasını belirlemede kesinliğe yakın ölçütlere sahip değiliz. Bu belirsizlik konu din olduğunda iyice bariz bir şekilde karşımıza çıkar. Din alanında neyin önemli olduğunu belirleyecek bilimsel veya pedagojik bir formüle sahip değiliz. Neyin önemli olduğu noktasında bizim kullandığımız başlıca ölçüt belki de ahlaki ve politik anlamda çoğunluğun görüşü ve dini olacaktır. Bu da toplumsal taleplerin belirlenmesi ile somutlaşır. Bu talepler ortaya konmaya başlayınca da kaçınılmaz bir şekilde aynı fikirde olmamaya başlarız.

Örneğin Osmanlı’nın yaptığı savaşlar ve nedenlerinin anlaşılması önemlidir de Osmanlı’nın son döneminde karşımıza çıkan Türkçü, Batıcı ve İslamcı akımların din anlayışları arasında farklılıkların anlaşılması önemsiz midir? Coğrafya disiplini içinde yer alan meridyen ve paralellerin öğretimi öğrencilerin problem çözmelerine destek sağlayacaktır da yaratılış, ruh, ölüm, ölümden sonraki hayat, insan ve yaratan ilişkisi, dinin tarih üzerindeki etkisini öğrenmek ve bu konular üzerinde konuşmak hiçbir beceri kazandırmayacak mıdır? Süveyş kanalının jeopolitik öneminin anlaşılması önemlidir de içinde yaşadığı toplumun inanç esasları önemsiz midir? Hitit tarihi ve Kadeş barış anlaşması Türkiye’deki Yahudilik veya Ortodoksluğun tarihçesinden daha mı fazla önemlidir öğrenciler açısından? Ya da öğrencilerin Kuran’ı anlamaları trigonometriyi anlamalarından daha mı önemsizdir?

Öte yandan din, çağdaş dünyamıza giderek artan biçimde etkisini sürdürüyor. Dini sesler, çok önemli konular üzerinde konuşmaya devam ediyorlar ve programlarla ders kitaplarında bulunan geleneksel bilgilerin bir kısmına da karşı çıkıyorlar. Bu durumda öğrenciler, dinin ve din anlayışlarının neler söylediğini ayırt edebilme becerisine sahip olmak durumundadır. Bu beceriler kazandırılamadan yetiştirdiğimiz insanlar ortaya çıkan bu kültürel etkileşimimizi duyumsayabilme imkânı bulamayacaktır.

Dinin ortaya koyduğu hükümler, derin dini sorunlar üzerinde sert tartışmalar yaparken de birbirimize karşı nazik olabilme yeteneği kazandırır. Bu suretle de dinin insan hayatındaki yerini kabul etme ortak vizyonuyla farklılıklarımızla birlikte yaşama için rehberlik edecek ilkeler sunar.

Din önemlidir, çünkü evrensel manevi nitelikli sorulara verilmiş cevapları vardır. İlk yaratılış, sorumluluk, ölüm ve hayatın anlamı, günah ve affedilme, sevgi ve dua gibi birçok konuda din bize hep ilk cevapları sunar. Dinin aynı zamanda bizim hayatla ilgili beklenti ve korkularımıza karşılık cevapları bulunmaktadır. Bu varoluşsal sorulara farklı dinlerin vermiş olduğu cevapları ister onaylayalım istersek de onaylamayalım bu sorulara olan ilginin evrenselliğinin, esaslılığının ve cevap verme çabalarının önemini doğrulamak zorundayız. Şayet öğrenciler hayatın bu ruhsal boyutu üzerinde hiç bir fikir sahibi olmazlarsa insan oluşumunun merkezinde yer alan yukardaki soruları görmezden gelirler.

Dinlerin, ruhsalın (teolojik konular, ritüeller veya varoluşsal sorunlar) anlamı hakkında söyledikleri hakkında bir şeyler bilmeden dinsel özgürlüğün veya dinin politikaya etkisini anlamak zorlaşacaktır. Şayet öğrenciler Hz. Peygamber’in vefatının ardından ortaya çıkan yönetim kavgalarını bilmezlerse Şiiliği veya Aleviliği nasıl anlayabileceklerdir. Eğer öğrenciler ruh hakkında dine dayalı görüşleri anlayamazsa kürtaj sorununu nasıl anlayacaklardır? Eğer öğrenciler İslam kültürünün kutsal olanla kutsal olmayanı sosyal hayat içinde nasıl kaynaştırdığını anlayamaz ise Ortadoğu’daki olayları nasıl yorumlayacaklardır? Öğrencilerin, sosyal hayat içindeki tüm bu sorunlu alanlarda kavrayış geliştirebilmeleri din öğretiminden alacakları yardıma bağlıdır.

Din eğitiminin başlangıç noktası bu süreçlerde nedir? Diye sorduğumuzda karşımıza çıkan cevap çocukların içinde yaşayacakları hayatın nitelikleriyle bağlantılı olacaktır. Dolayısıyla doğru cevap, çocukların kendi deneyimlerinin önemli olduğunun kabul edilmesiyle karşımıza çıkar. Geleneksel dinî semboller, bir şekilde bireylerin kendi dilinde ve o kültürün sembolleri vasıtasıyla ifade edilmektedir. Dinî kavramlar, ilahi nitelik taşımakla birlikte netice itibarıyla dini literatürden insanın anlam dünyasına girmesinden itibaren yani bireyin bizzat kavramla karşı karşıya kaldığı andan başlayarak kendisinin ve birlikte hayatı anlamlandırdığı toplumun yaşam tecrübesi üzerinde yeniden inşa edilir.

Din eğitimi bir anlamıyla yetişkinlerle yetişmekte olanlar arasında gerçekleşen bir konuşmadır. Bu konuşma aynı zamanda toplumun geleceğine nasıl dokunulacağı üzerinde birlikte düşünme sürecidir.

Düşünme sürecine yetişmekte olan bireyleri de dâhil etmek, din eğitiminin sorumluluğundadır. Böylece bireyleri, içinde yaşayacakları dini anlayışın kurulmasına katkıda bulunmaya dâhil etmiş oluruz. Bu şekilde içine girdikleri dini tecrübeyi bizzat anlamlandırarak hayatlarında görünür hale getirebileceklerdir.

Böyle bir inşa süreci, yorumlama becerisi gerektirir. Yorumlama becerisinin gelişimi ise farklı inanç ve değerlerle karşılaştırmalar yapabilmeye imkân veren içerik gerektirir.

Belki de böyle bir durumda karşımıza çıkan en önemli kaygı noktası, bireylerin içinden geldikleri değerlerin, öteki ile karşılaştırılmasında kendi değerlerinin “yıpranma” veya “ortadan kalkma” tehdidi altında olmasıdır. Hayat içinde işlevsel olmayan değerleri aslında toplum kendiliğinden devre dışı bırakabilmektedir. Bireyle iletişim gerçekleştirmeyen bir “Allah inancı”, davranışlar üzerinde etkisi olmayan bir ibadet anlayışı, literal olarak var olmasına rağmen toplumsal hayatta izlerini gözlemleyemediğiniz adalet, merhamet, sorumluluk, sevgi, temizlik, kendimiz dışındakilerin hakkına riayet, paylaşma gibi değerler açısından kendimizi bir değerlendirelim. Bu değerlerin toplumsal yapıda görünür hale gelmemesinin arka planında, bireylere kendi değerlerini inşa etme fırsatı verilmemesinin bulunduğunu rahatlıkla görebiliriz.

Eğitim bilimi, bireyleri tüm konu alanlarında sormaya, aramaya ve bulmaya teşvik ederken din eğitiminin aynı yolda olmaması düşünülemez. Din eğitimi de eğitimin tüm alanlarında olduğu gibi bireyleri insan tecrübelerinin dinî yönünü keşfetmeye yönlendirmek durumundadır. İslam geleneği de bu anlamda bu keşfin süreci içinde öğrencinin laboratuvarıdır. Din eğitimi İslam geleneğinden hareket ederek yetişmekte olan nesillere ihtiyaç duyduğu bir çerçeve sunmak zorundadır. Çocuklar keşif sürecinde, yaşadıkları hayatın İslami bir yorumuna dayalı açıklamaları savunmakla birlikte, bu yorumların hayatın içinde ortaya çıkan tecrübelerin bizi ulaştırdığı sonuçlar olarak ortaya çıktığını da görme imkânı bulacaklardır.

Burada birçoğunuzun aklına gelen önemli bir önerme ile karşı karşıyayız. Bir öğrencinin onu yaşamı boyunca kendisine rehberlik edecek bir inanca sahip olması hem gerekli ve hem de dini geleneğin arzu ettiği bir durumdur. Burada iki ayrı görüş ortaya çıkabilir. Birincisi, eğer “iman” kelimesi, “hayatın bizzat kendisi veya hayat felsefesi” kavramları ile eş anlamlı olarak kullanılırsa, o zaman bir kere daha çocuğa bir tek dinî durumdan ziyade en geniş mümkün olabilir düşünceler zincirine rastlamasını sağlamak ve ona keşfetme imkânları sunmak için din eğitimine de bir fırsat vermeyi kesin bir ihtiyaç olarak görürüz.

Eğer “iman” kelimesi daha spesifik bir anlamda sadece İslam dinine ait bir inançla eşitlenirse, o zaman biz çocuğu sade tek bir dünya görüşüyle karşı karşıya bırakıp o imanın gerekliliklerine hapsediyoruz demektir. Böyle bir yönlendirme eğitim bilimi açısından çok da istenen bir durum değildir. Öte yandan eğitim, davranışları üzerinden gözlemlenen çocuğun toplam gelişimiyle ilgili bir kavramdır. Bu anlamı itibarıyla herhangi bir inançtan yana tavır koyması, o inanca sahip olmasının üstünlüklerine vurgu yapa yapa eğitsel süreçlerin düzenlenmesi bireysel gelişimin önüne engeller koymak olarak da değerlendirilebilir.

Din eğitiminin görevi, sadece çocuğun hayatı anlamlandırmanın bir biçimi olarak  “dini anlayış” hakkında kendi yolunu bulmasına ve böylece onun farklı açılardan da hayata bakabilmesine yardım etmek değil, aynı zamanda birey eğer dinî bir pozisyon takınacaksa gelenekten yararlanabilmesini sağlayacak bir zemin hazırlamaktır.

Öğretmen tutumları ve okullardaki anlayışlar açısından yaklaştığımızda bu sorumluluğun uygulamalarda çok da dikkate alındığını gözlemlemek mümkün değildir.  Hâlbuki din eğitimi süreçlerinin buradaki durumu,  vitrininde satılık eşyaları olan bir dükkân sahibine benzer. Dükkân sahibi vitrinine koyduğu eşyaları, müşterilerin, incelemesi, değerlendirmesi ve hatta “denemesi”ne imkân verirken onları satın alma mecburiyetinde bırakacak tutum ve davranışlardan uzak mı duracaktır yoksa satın almaya yönlendirecek ve onları satın alma zorunda bırakacak bir tutum içinde mi olacaktır? Otobüs terminallerinde firma simsarlarının tavırları hangimizi rahatsız etmemiştir ki… Din eğitimi programları, böyle bir tutumu öngörmese de öğretmenler öğrencilerin hiç de görmeye istemediği mallarını satmak zorunda olan dükkân sahibi rolünü kolayca üstlenebilmektedir. Öğretmenin, tüm bu süreçlerde öğrencinin ihtiyaç duyduğu malı alabilmesini sağlayacak becerilerin oluşmasına katkı sağlama görevi göz ardı edilemez.

Dini, eğitim biliminin bir çalışma ve uygulama alanı olarak ele aldığımızda “üzerinde düşünülebilecek ve farkındalık sağlayacak” bir çerçeveden söz etmemiz gerekir. Bu çerçeve üzerinde kafa yormaya başladığımızda ise farklılıklar içinde hakikat arayışları karşımıza çıkması kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir süreçte, eğitim biliminin bir uygulama alanı olarak din eğitiminin hedefleri aşağıdaki maddeler üzerinden tartışılmalı ve geliştirilmeli diye düşünüyorum.

  1. Din eğitiminin amacı, bireysel tecrübeleri açıklayan bir yöntem olarak bizzat dinin doğası üzerinde bir anlayış geliştirmektir.
  2. Din eğitimin amacı, öğrencilerde din hakkında düşünmelerini sağlayacak ve anlayış geliştirecek bir temel oluşturmaktır. Nasıl ki matematik ve tarih öğretimi, öğrencilerin matematiksel ve tarihsel olarak düşünmesine yardım ettiği gibi din öğretimi de öğrencilere dini düşünme becerilerine yardımcı olmak durumundadır.

Bu hedefleri gerçekleştirebildiği ölçüde din eğitimi, bireylerin gelişimlerine katkı sağlayacak ve dinin yaşanan hayatta görünür olmasını sağlayacak. Bu suretle de dinin yaşanan hayata dokunmasının önünü açacaktır. Bunun alternatifi uygulamalar ise dinin folklorik bir öge olarak toplum hayatında var olmasını sağlamakla birlikte insanların ve toplumun hayatına dokunmasını engelleyecektir.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*