EĞİTİM UYGULAMALI ÖĞRETİMDİR

EĞİTİM UYGULAMALI ÖĞRETİMDİR

Hasan Gümüş
Eğitimci-Yazar

Öğrenme; söze dayanır ve kelâmîdir; ya bir bileni dinleyerek, ya da bilenin yazdıklarını okuyarak olur.

 

Eğitim ise ‘uygulamalı öğrenmedir’. İşin ehli hem konuşur, hem uygulamasını gösterir. Öğrenim teorik, eğitim pratiktir. Gerçek muallim, sadece bilgi küpü değil, “yürüyen bilgi(n)dir”.

 

Her bilen, iyi uygulayıcı, başarılı eğitimci olacak diye bir kural yoktur. Nice uzman ekonomist ticarette iflas eder; nice ilkokul mezunu başarılı iş adamı olur, onlarca ekonomisti, mühendisi emrinde çalıştırır.

 

Nice ahlak kuramcısının hayatı gayri ahlaki davranışlarla, nice hukuk mezununun kararları gayri âdil kararlarla doludur.

 

Son dönemin en önemli İslam âlimlerinin başında gelen Ömer Nasuhi Bilmen’in müellifi olduğu Büyük İslam İlmihâli, en yaygın, en çok okunan, hemen hemen bütün evlerin raflarında yer alan kitaptır. Merhum Hocaefendi, ilmihâlini yazdıktan sonra hacca gitmiş, gelince “Keşke hac bölümünü hac yaptıktan sonra yazsaydım!” diyerek bilme ile uygulamanın ayrı şeyler olduğunu ikrar etmiştir.

 

Bizler de seneler önce bir grup arkadaşla umreye gittik. Grubumuzun çoğunluğu İlâhiyat tahsili görmüş, yıllarca Peygamber Efendimiz’in (sas) hayatını, ac ve umrenin nasıl yapılacağını okutmuş öğretmenlerden oluşuyordu. Böyle olmasına rağmen, Mekke ve Medine’de uygulamaya gelince, ne zahmetler çektiğimizi, hâlâ büyük bir mahcubiyet içinde hatırlıyoruz.

 

O seneki umre’de ‘Hz. Fatıma Validemiz’in evlendiği ev, Ebu Talha’nın bağışladığı bahçe, Hz. Ebubekir Efendimiz’in (ra) halife seçildiği yer nerede olabilir?’ diye tahminler yürüttük, ancak tahminlerimiz tutmadı. Bir bilen bize gösterince öğrendik. Uhud’a gittik, savaşın nasıl başladığını, nasıl cereyan ettiğini, sonucun ne olduğunu biliyoruz. Fakat Okçular Tepesi, Ayneyn Geçidi, Müslümanların ordugâhı, müşriklerin ordugâhı neresi; bilen göstermese anlama şansımız olmayacaktı.

 

Bu açıdan öğretim ile eğitimin, kelâm ile amelin, teori ile pratiğin, müktesebat ile uygulamanın iç içe olması zaruridir.

 

Haber, gözle görmenin yerini tutmaz.

 

Çok yakında bu gerçeği tekrar tecrübe etmek nasip oldu: Rumeli Gençlik Grubu’muzla gelenek oldu, her yıl eğitim ve kültür gezisi yapıyoruz. Geçen yıllarda Makedonya ve Kosova’yı, daha sonra Kudüs ve civarını gezmiştik. Bu yıl da umre ibadetimizi ifa ettik. Mekke, Medine ve Taif’i ziyaret ettik.

 

Bu tür gezilerin birçok açıdan yararları var: Bilgi ediniyorsunuz; çevreyi, bölgeyi, değişik insanları, kültürleri, inançları tanıyorsunuz. Zamana riayet, toplu hareket, seferde ibadet, tahammül, paylaşım eğitimini alıyorsunuz…

Bilindiği gibi, Umre, Hanefi mezhebine göre imkân bulanların ömründe bir defa yapmaları gereken sünnet-i müekkededir. Hac günleri dışında ihrama girip Kâbe’yi tavaf ile Safa-Merve arasında sa’y yaparak ve tıraş olarak ifa olunur.

 

Dolayısıyla bu yılki gezi programımız çok daha öğretici ve eğitici oldu. Beytullah’ın heybetini, Mescid-i Haram’ın ayetlerini, Hacerü’l-Esved’in, Mültezem’in cazibesini, Zemzem’in bereketini, Safa-Merve’nin hikmetlerini yakından gördük, hissettik, yaşadık.

 

Mekke ve civarının coğrafi özelliklerini, Hira’yı, Sevr’i, Arafat, Müzdelife, Mina, Hudeybiye, Cennet-ül Mualla ve Taif’i görme ve hatıralarını yâd etme imkânımız oldu.

 

İslam âleminin değişik bölgelerinden gelen Müslümanların durumlarını, Suudi rejiminin Müslümanların ortak değeri, ortak malı olan Mescid-i Haram ve Belde-i Haram’a yönelik maalesef nâhoş uygulamalarına şâhit olduk.

 

Öğrenci arkadaşlarımızın yaşadığı bu tecrübeyi okuyarak, dinleyerek elde etmeleri mümkün değildir.

 

Mekke, izdiham mekânıdır. Kibirlilerin başını eğdiren, gururluların belini kıran, bütün Müslümanların ortak kıblesi, günde beş defa milyonların yöneldiği Beytullah, Mekke’dedir.

 

Mekke’den sonra Medine’ye geçtik. Medine-i Münevvere: Âşıkların buluştuğu, sevgi, ülfet ve selam yurdu. Muhabbetle kucakladı bizi. Mescid-i Nebevî’nin güzel sakinleri Resûl-i Ekrem (sas) ve güzide arkadaşları Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer (ra). Geldiğimizi, selam, saygı ve bağlılığımızı arz etmemiz gerekir. Otele yerleşir yerleşmez hızla, vakit kaybetmeden görevimizi yapmamız lazım. Peygamber Efendimiz’in hicret yolunu takip ederek Selam Kapısı’na vardık. Edeple, sessizce girmeliyiz. Zira Mahbub-ı Hüda’nın huzuruna, Makam-ı Mustafa’nın, Cilvegâh-ı Enbiyâ’nın, Mataf-ı Kudsiyâ’nın diyarınadır yolculuğumuz.

 

Huzura kabulleri, Efendimiz’in sağlığında Enes b. Malik ile Bilal-i Habeşî yapıyordu. ‘Manen bizi de karşıladılar’, diye düşündük. Ellerimizden tuttular, adım adım muhabbet deryasına götürdüler. Muhabbet deryasında benlik, nefs yok olur. Muhabbet kaplar her yanınızı. Kendinizden geçersiniz, bir yandan bize bu ikramı veren Cenab-ı Allah’a hamd, diğer yandan sevgi ve bağlılığımızın nişanesi olarak Resûl-i Ekrem’e salat ve selamları arz eder, selama cevap verildiğini hissedersiniz. Hayatınızın en mutlu anını yaşarsınız. Bitsin istemezsiniz bu an. Ancak sıra bekleyenlere yer açmalısınız, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, En Sevgili’nin sevgili dostları, onlara da selam vermelisiniz. Bâkî kapısından dışarı çıkmadan sol tarafta Cebrail’in (as) kapısı vardır. Bahçeye çıkınca doğu tarafına yöneldiğinizde, -her ne kadar kabirlerini yakından ziyaret imkânını Suudlular engellese de- yıldızlar topluluğu oradadır.

 

Daha sonraları, tabii ki Uhud, Benî Seleme Yurdu, Fetih Mescidi, şairlere ilham kaynağı Sel Dağı, temeli takva üzere atılan Kuba Mescidi, Ranuna Vadisi, ilk cuma namazının kılındığı CumaMescidi, Resûl-i Ekrem’in (ass) bayram namazlarını kıldırdığı mekân Gamame Mescidi, Veda Tepesi, Hamidiye Camii, ecdattan yadigâr Medine Tren İstasyonu, insanı değişik âlemlere götüren kutlu ziyaretler…

 

Her vuslat geç, her ayrılık erkendir. Medine’ye vuslatımız ne kadar mutlu ettiyse bizleri, ayrılığı da o kadar hüzünlendirdi. Zorunlu bir ayrılık, vücutların ayrılığı, gönüllerimizi Medine’de bırakarak, Medine’de ve Mekke’de gördüğümüz güzellikleri yaşama, başkalarına anlatma sözü vererek döndük yurdumuza.

 

Yolculuktan önce, yol arkadaşı seçmek gerekir. Kırk beş kişiydik, her biri birbirinden â’lâ kırk beş kişi. Çoğu 20-22 yaşlarında öğrenci arkadaşlarımız. Dostlar olarak yola çıkmıştık, dostluklarımız pekişti; bilgilerimiz, ahlakî kazanımlarımız ziyadeleşti.

 

Ve hepimiz bir defa daha şahit olduk. Kur’an-ı Kerîm, Allah’ın kelâmı, yaşayan mucizesidir. Hz. Peygamber (ass), dünyanın tanıdığı, bundan sonra tanıyacağı en büyük muallimi ve eğitimcisidir. Ziyaret ettiğimiz coğrafyadan, çocuklarını diri diri toprağa gömen, kan davalarının, savaşların eksik olmadığı, taşa, puta tapan cahilî toplumdan, saadet asrını, ahlâk, adalet, merhamet, şefkat toplumunu gerçekleştiren Hz. Peygamber (sas); evet, dünyanın en büyük muallimi ve eğitimcisidir.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*