FÜTÜVVETNÂME

Fetâ, sözlükte “genç, yiğit, cömert”; fütüvvet de “gençlik, erlik, yiğitlik, cömertlik” anlamında Arapça bir kelimedir. Fütüvvetnâme ise; İslam coğrafyasında Müslümanlar arasında, özellikle sûfî çevrelerde ve bazı meslek kuruluşlarının oluşmasında fütüvvet kavramını konu edinen, bu kurumlarının âdâb ve erkânı hakkında bilgi veren nizamnâme mahiyetindeki eserlere verilen genel addır.

 

İslam dinînin yayılması ile birlikte, Müslümanlar, “fetâ” denilen erlerin en belirgin özellikleri cesaret, yiğitlik, kahramanlık, mertlik, cömertlik ve fedakârlık gibi meziyetleri içeren fütüvveti ilk önce Horasan ve Irak’ta sûfilik ile birleştirmiş; böylece tasavvufî gelenek oluşturarak toplumlarda büyük hayranlık uyandırmışlardır. Sonraki dönemlerde ise fütüvveti esnaf ve zanaat erbâbıyla kaynaştırarak Ahîlik teşkilatının oluşmasına vesile olmuşlardır. Bu güçlü teşkilat zamanla üç kıtaya yayılarak Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik hayatının temelini oluşturmuştur.

 

Fütüvvet kavramının temeli tasavvuf olduğu için, fütüvvetnâmeler Müslümanın toplum içinde uyması gereken dinî ve ahlakî kurallarla birlikte, temel inanç ilkesi olan tevhidi ve mükemmel insan mertebesine ulaştıracak yolları öğütlemektedir. Bu dinî-ahlakî öğütler, ilk peygamber Hz. Âdem (as) ile başlayarak son peygamber Hz. Muhammed’e (sas) kadar gelen ve insanlığa örmek olarak gönderilen bütün peygamberlerin (as) vasıflarıyla izah edilmişlerdir.

 

Peygamberimiz’in hadis-i şerifinde “Ali’den başka fetâ (yiğit), zülfikârdan başka kılıç yoktur” ifadesinde geçen fetâ kavramı, Hz. Ali (ra) ile sembolleştirilerek fütüvvetnâmelerde özel bir yer bulur.

 

Arif Nihat Asya’nın ifadesiyle,

 

Gör nîr-ı Muhammed’le nübüvvet bitti,

Ardınca Ali göçdü… fütüvvet bitti.

 

Sülemî ve Kuşeyrî’nin yazdığı eserlerde ve diğer fütüvvetnâmelerde, genel olarak fütüvvet; Hz. Muhammed gibi; kendini değil halkı düşünmek, kendini fedâ etmek, kendi için istediğini diğerleri için de istemek, halkın derdiyle ilgilenmek, cömertlik yapmak, cesaret göstermek, kişinin hasmının olmaması, sofrasının mümin-kâfir herkese açık olması, toplumla hemhâl olmak, sevgi ve merhametin hayvanları da kapsayacak şekilde olması, başkalarına katlanılması, ayıpları örtmek, yoksulu düşünmek, hataları görmezden gelmek, nefsine hâkim olmak, zengine durumunu söylememek, iyilerle beraber kötülerden uzak durmak, kendi nefsini aşağılarda-başkalarını yukarıda görmek, doğru olmak, sözünde durmak, sıkıntılara tahammül etmek… gibi erdemli insanlarda olması gereken meziyetleri belirtmektedir.

 

Bu fütüvvetnâmeler sayesinde toplumların nasıl oluştuğunu, medeniyetimizin nasıl geliştiğini, teşkilatların nasıl kurulduğunu, atalarımızın tecrübe ve birikimiyle birlikte dinî değerlerimizin nasıl kalıcı hale geldiğini görmekteyiz.

 

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî Gülistân adlı eserinde şu hikâyeyi anlatır:

 

“Bir gün hamama gitmiştim. Dostlarımdan biri bana hoş kokulu bir parça kil (temizleyici toprak) verdi. O kile sordum: ‘Sen misk misin, yoksa amber misin? Senin bu gönül çekici güzel kokun, beni kendimden geçirdi.’ Kil bana şöyle cevap verdi: ‘Ben basit bir kildim. Fakat gül dibindeydim, o gülün yaprakları seher şebnemleriyle dolar, benim üzerime damlardı. Ben bu damlalarla hamur gibi yoğruldum. Onun güzel kokusu bana sindi. Onun kemâlindendir var ise güzelliğim. Yoksa ben, sıradan bir toprak parçasıyım’.”

 

Sıradan yaratılmış bir insan da Kur’ân-ı Kerîm’in emir ve yasakları ve hadis-i şerifler doğrultusunda davranışlar sergilemeye başlarsa, yukarıda saymış olduğumuz meziyetlere sahip özel ve üstün bir kul haline gelir.

 

Fütüvvetnâmelerde yer alan bir diğer husus da esnaf teşkilatı olan Ahîliktir. Ahîlik, tarihimizin önemli kurumlarından biridir. Bu teşkilatın özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür:

 

  • Zâviyelerine gelenlere nazik ve kibar davranırlar.
  • Yabancıların karınlarını doyururlar.
  • Gelen misafirlerin her türlü ihtiyaçlarını karşılarlar.
  • Halka zulmeden zalimlerle savaşırlar.
  • Her ahînin mutlaka bir işi ve sanatı vardır.
  • Başlarında aralarında seçtikleri bir reis bulunur.
  • Seçilen reis, bir zâviye kurar.
  • Reis, zâviyenin içini tefrîş ederek, her türlü ihtiyacını karşılar.
  • Bu gençler gündüz kendi işlerinde çalışırlar.
  • Günlük kazançlarını İkindi’den sonra reislerine getirirler.
  • Toplanan bu paralar, zâviyenin, yiyecek, içecek gibi çeşitli giderleri için sarf olunur.
  • Şehre gelen yabancıları, zâviyeye davet ederek orada misafir ederler.
  • Eğer misafir edecek bir yabancı bulamazlarsa kendiler toplanıp yemek yer, ilâhi söyler, zikir çeker ve semâ ederler.
  • Sabah Namazı kılındıktan sonra iş yerine gitmek üzere zâviyeden ayrılırlar.
  • Kendi yapısı içinde iç denetimini olan bu kurumlar bugün kaldırıldığı için birçok mesleklerde sıkıntı hâlâ devam etmektedir.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*