Genç kelimesi eski Türkçe’de “yavru, bebek” anlamındaki kenç sözcüğünden evrilmiş olup onun da aslı “genişlemek, büyümek, artmak” manalarına gelen ken köküne dayanır. Yine Türkçe bir birleşik kelime olan delikanlı da tabir edilir genç için. Klasik Arapça’da ve kaynaklarda daha çok fetâ, güncel Arapça’da ise şâbb kelimeleri yer alır. Fetâ; yiğit, mert ve cömert kimse için; “bardaktan boşanırcasına yağan sağanak yağmur” manasına gelen şâbb da şahlanan, hiddetlenen ve yiğitlik gösteren kimse için kullanılır. Dilimizde bir de Farsça kökenli civan/mert kelimesi yer alır, gençlik çağındakileri anlatmak üzere. “Bir canlının tazesi ve yavrusu” anlamına gelen Batı dillerindeki sözcüklerin kökü de -örneğin İngilizce’deki young– Farsça bu kelimeye dayanır.
Görüldüğü gibi, büyüyüp serpilmek, gelişip genişlemek gençlerin isimlerinde de, cisimlerinde de, rûhlarında da var. Ve her gelişip büyüme isti’dâdında olanlardaki gibi, çevresindekileri sevindirme potansiyeli de var gencin, belli ölçüde rahatsız etme potansiyeli de.
Genç; bir yandan er, yiğit, mert, cesur, kahraman, coşkun, atılgan; diğer yandan cömert, yardımsever, vefakâr, fedakâr, diğergâm, dosta rahîm-düşmana şedîd, nefsini bilen ve ona hâkim… olandır.
“Genç”, Âdem’den Hz. Muhammed’e bütün peygamberler (as) ve onların takipçileridir. Bunu Sülemî’nin ifadesiyle dile getirecek olursak, “Âdem gibi özür dileyen, Nûh gibi iyi, İbrâhim gibi vefâlı, İsmâil gibi dürüst, Mûsâ gibi ihlâslı, Eyyûb gibi sabırlı, Dâvûd gibi cömert, Hz. Muhammed gibi merhametli; yine Ebû Bekir gibi hamiyetli, Ömer gibi adaletli, Osman gibi hayâlı, Ali gibi bilgili olandır” delikanlı.
Genç, Âdem’dir (as); hatasından tevbe ile Rabbine dönüp af dileyerek “adam” olandır.
Kâbil’e karşı Hâbil’dir genç, zâlime karşı âdil. “‘Seni öldüreceğim’ diyen Kabil’e, ‘Allah sadece muttaki olanlardan kabul eder. Andolsun sen beni öldürmek için bana elini uzatsan da ben seni öldürmek için elimi uzatmam. Ben âlemlerin rabbinden korkarım. Ben dilerim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenesin ve cehennem halkından olasın. Zalimlerin cezası budur’” şeklinde cevap veren Hâbil’dir (Mâide 5/27-29).
Nûh (as) gibi “mağlûb”, ama aslında O’nun gibi gâlib, muzaffer ve kurtarıcıdır genç.
O genç, İbrahim’dir ki (as) put kırar (Enbiyâ 21/57-60). O genç, İbrahim’e verilen kurban emrine karşı teslimiyetle, “Babacığım sen sana emrolunan şeyi yap, inşallah benim sabırlı biri olduğumu göreceksin” diyerek atasına itaat eden, “sâlih” ve “iyi huylu” İsmail’dir (as) (Sâffât 37/100-102).
Delikanlı, bir kadının “haydi gel!” çağrısına “Allah’a sığınırım” deyip efendisine, -aslında kendine ve Rabbine- ihânet etmeyen ve “zindan bana bundan daha iyidir” diye karşılık veren Yûsuf’tur (as) (Yûsuf 12/23, 33).
Genç, Musa’dır (as). Bir yandan dümanına karşı kendi tarafına yardım eden ve fakat bunu sırf asabiyet duygusuyla yapmayan diğer yandan Şuayb’in hayâ sahibi kızlarına karşı edîb olan Musa’dır genç (Kasas 28/15-19, 23-26).
Yalnız Allah’a inanan, Allah’tan rahmet ve rüşd isteyen, “pasif direniş” göstererek bir mağarada uzlete çekilen -bir anlamda hicret eden- ve adanmışlığın, dayanışmanın timsali olan mağara arkadaşları/ashâb-ı kehf de (Kehf 18/9-26) gençlerdir.
“Delikanlı Hz. Muhammed’tir (sas)”. “Ahlâkı Kur’ân olan” (Müslim, Edeb, 17) ve ahlâkına önce Rabbi şâhid olan (Kalem 68/4), çağdaşları da Kendisi’ne “el-Emîn” (güvenilir) diyerek bunu pekiştiren, “kızım Fâtıma dahî olsa cezalandırırdım” (Buhârî, Hudûd, 11) diyecek kadar âdil, “Müminlere karşı merhametli ve mütevâzî, fakat tevâzudan anlamayan kâfirlere karşı celâlli ve tavizsiz” (Fetih 48/29), bir sefer esnasında ashâbı kendi aralarında iş bölümü yaparken “ben de odun toplayayım” ve/ya Kendisi’yle görüşmek için gelen bir kimseye “sakin ol, ben bir kral değilim, Kureyş halkından kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” diyen alçakgönüllü, “Ben kulum. Benim için ‘Allah’ın kulu ve rasûlü’ deyiniz” diyerek bütün mevki ve makamlardan en çok kulluğu beğenen Efendimiz’dir (sas) genç. Başından aşağı deve işkembesi dökülmesi durumundaki gibi Kendisi’ne yapılan hakaretleri affedebilecek kadar merhametli ama bir Müslümanın izzet-i nefsi söz konusu olduğunda -örneğin bir kadına sarkıntlık edildiğinde- “gidin ve derhal orayı dağıtın” ya da “zırhını giyen bir peygamber bi daha onu çıkarmaz” diyecek kadar veyahut hakkında “O savaşlarda arkasına sığınılan kimse idi” denilecek kadar kararlı ve cesur bir “delikanlı”.
Genç, Ebû Bekir’dir (ra). En takvâlı ve en cömert olandır (Leyl 92/17-18). Malının hepsini veren ve “ailene ne bıraktın?” sorusuna “onlara Allah ve Rasûlünü bıraktım” diye cevap verendir. Hiç tereddütsüz “bunu O diyorsa doğrudur” diyen Sıddîk, Sevr’deki “iki kişiden biri” olup “Üzülme! Allah bizimle beraberdir” iltifâtına nâil olan “mağara arkadaşıdır” genç Ebû Bekir (Tevbe 9/40).
Genç, Ömer’dir (ra). Şeytan’ın bile kendisinden korktuğu, vahyin muvâfakat ettiği, basiret, ferâset, cesâret ve adâlet timsâli Ömer’dir genç. “Adalet mülkün (yönetimin) temelidir” diyendir. “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin” diyendir.
Genç, Osman’dır (ra). “İki nûrun sahibidir”. Halîmdir, hayâ timsâli bir gençtir Osman. Osman, Rûme kuyusunu vakfeden ve Cennet’i kazanan gençtir.
Genç, Ali’dir (ra). İlk genç Müslümandır. “Onun gibi genç de, onun kılıcı zülfikâr gibi kılıç da yoktur”. Hicrette ölüme meydan okuyarak En Sevgili’nin yatağına bir kurbanlık gibi uzanıverendir o. Bir taraftan ilim ve hilm sahibi, diğer taraftan Hayber’in kapısına atılıp onu yere serecek kadar cesurdur. Allah için doyuran, karşılık beklemeyendir (İnsan 70/8-9). “Çocuklarınızı sizin değil kendi zamanlarının şartlarına göre yetiştirin” diyen Ali’dir genç.
Genç, talebedir, Ehl-i Suffe’dir; Ebû Hüreyre’dir, İbn Ömer’dir, İbn Mes‘ûd’tur…
Genç, muallimdir; Yemen’e giden Muâz, Medîne’ye giden Mus’ab’tır…
Genç; derviştir, ahîdir, çelebidir, abdaldır…
“Bize göre fütüvvet ele geçen bir şeyi tercihen başkalarının istifadesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir” diyen Ca‘fer-i Sâdık’tır (148/765).
Genç; muhacirdir, mücâhidtir, gâzîdir, fâtihtir. Önce ‘kendini fethedendir’ genç. Üsâme’dir, Hâlid’tir, Ebû Ubeyde’dir… Gemileri yakan Târık’tır, Anadolu’yu yurt kılan Alparslan. “Kudüs’ü kurtarmadan gülmek bana haram” diyen Selahaddîn’dir. “Ya ben İstanbul’u alırım ya da İstanbul beni” diyen Fâtih’tir. “Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için şereftir. Vasiyet ediyorum, bu çamurlu kaftanım, vefâtımdan sonra sandukamın üzerine konulsun” diyen -Hâkim değil- Hâdimü’l-Haremeyn Yavuz’dur genç.
Genç, gece erendir, “gündüz alp”. Okulda talebedir, fabrikada işçi. Savaşta askerdir, barışta üreten. Tarlada çiftçidir, çarşıda esnâf/ahî.
Ve… Genç, Evlâd-ı Fâtihân’dır.
Necip Fazıl’ın deyimiyle; “dîninin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısıdır genç… Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfânına, idrâkine sahiptir genç… ‘Kim var!’ diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert ‘ben varım!’ cevabını veren, her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatandır genç…”
Arif Nihat Asya’ya kulak verirsek; “yardan, anadan, serden geçebilecek; destanı ezberden okunacak, gönülde, başta taşınacak, âbideyi yükseltecek; Fâtih, Selim, Süleyman ve Sinan olacak; atasından işareti aldığı gün yürüyecek; Millet de arkasından yürüyecek ve ‘fetih rûhunu’ her dâim canlı tutacak olandır genç.”
Son olarak Nurettin Topçu’yu dinleyelim: “Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemeyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir. Yarınki Türkiye’nin kurucuları, … muhtelif sîmâda insanları şahıslarında birleştireceklerdir. Onlarda Yunus, Yavuz’la birleşecek, Sinan, Âkif’e uzanacak, Ebu Hanife, Hüseyin Avni’yi tebrik edecektir.”
Netice, hep söylediğimiz gibi: Rûhun gençliğini kavrayabilirsek eğer, Allah bize genç rûhunu da, gençliğin rûhunu da, gençlik rûhunu da bahşeder.
SPOTLAR
Genç; bir yandan er, yiğit, mert, cesur, kahraman, coşkun, atılgan; diğer yandan cömert, yardımsever, vefakâr, fedakâr, diğergâm, dosta rahîm-düşmana şedîd, nefsini bilen ve ona hâkim… olandır.
Genç; “Âdem gibi özür dileyen, Nûh gibi iyi, İbrâhim gibi vefâlı, İsmâil gibi dürüst, Mûsâ gibi ihlâslı, Eyyûb gibi sabırlı, Dâvûd gibi cömert, Hz. Muhammed gibi merhametli; yine Ebû Bekir gibi hamiyetli, Ömer gibi adaletli, Osman gibi hayâlı, Ali gibi bilgili olandır”.
Bir yanıt bırakın