MAVİ KELEBEKLER DİYARI: SREBRENİCA

Bosna’nın hüzün ayıdır Temmuz. Koskocaman bir hüznün sadece Bosna’da değil bütün yeryüzünde yayıldığı, gözyaşlarının toprağı ıslatıp, seslerin kelimelere dönüşemediği ama binlerce tabutun konuştuğu, mezarsız kemiklerin bulunmayı beklediği, yüreklerin parçalandığı, gözlerde aynı acının paylaşıldığı bir aydır o. Ve Temmuz yeryüzünü bütünüyle Srebrenica (Srebrenitsa) olduğu aydır.

Srebrenica, Bosna’nın doğusunda, bugün Sırp Cumhuriyeti bölgesinde olan bir kent. 1993 yılında Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge ilan edilmiş ve yine bu gerekçe ile bölgede yaşayanların ellerinden silahları alınmıştı. Bu durumda Srebrenica, Sırp ordusuna karşı tamamen savunmasız kalmış ve bundan tam 23 yıl önce 1995 senesi, sıcak bir Temmuz ayının on birinde, resmi kayıtlara göre 8372 olan Srebrenicalının, sırf Müslüman oldukları gerekçesi ile katledilişine şahit olmuştur. Öldürülen Müslüman Boşnaklar, kimlikleri belirlenemesin diye parçalanarak toplu mezarlara gömülmüştür. Acımasızca katledilmiş Boşnakların kemikleri hâlen bulunmaya devam edilmekte ve kimlik tespitleri yapılmaya çalışılmaktadır. Her yıl bulunan kemik parçaları 11 Temmuz günü düzenlenen törenle Srebrenica’da toprağa verilmektedir.

Bu toplu mezarların, nasıl bulunduğuna dair meşhur bir de hikâye anlatılmaktadır. Buna göre toplu mezarların bulunduğu yerlerde naaşların beslediği toprak üzerlerinde ‘Artemis’ adı verilen çiçeklerin oluşur. Çiçeklerin çoğalması ile sadece bu bitki ile beslenen ‘Mavi Kelebekler’ de bu bölgede çoğalır. Bu durumun dikkat çekmesi üzerine mavi kelebekler takip edilerek 300 toplu mezar bulunur.

Bugünün Bosna’sına bakıldığında, vatandaşlar Sırplar ve Hırvatlarla her ne kadar bir kardeşlik/barış çabası içinde yaşamaya çalışsalar da içlerinde her zaman olası bir savaşın korkusu var. Zira bu ülkede yaşayan insanların savaş acıları hâlen çok taze… Onlara savaşı sorduğunuzda gözlerinde oluşan bakış, her insan evladının zihnine kazıması gereken türden. Bir gün bu konunun sohbetini yaptığım A.C.’nin şu cümlelerini hiç unutamıyorum: “Küçük bir kızdım, 12 yaşlarında, üzerimizden savaş uçaklarının geçtiği bir günü hatırlıyorum. Kendimi olduğumdan daha küçük ve savunmasız hissetmiştim. Korku tüm bedenimi sarmıştı, ben küçücük bedenimle ne yapabilir, bu hayata nasıl tutunabilirdim…” Yine bir başka arkadaşım, yol kenarındaki ağaçlarda asılı duran cesetleri anlatırken gözleri doluyor ve ekliyor “Her gün tanıdıklarımızın cesetlerine şahit oluyor ve ertesi gün orada olabilecek olmanın korkusu ile uyanıyorduk…” Yine bu savaşın acımasızlığını anlatan 4 yaşındaki bir kızın annesine sorduğu soru meşhurdur, olmayasıca: “Anne” der çocuk, “Askerler çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi?” Hani ölümü kabullenmiş de, kurşunun küçük olmasını ister gibi. Belki de küçük kurşunun canını daha az acıtacağına inanır gibi…

Bosna hep kendine hastır. Yemyeşil dağları bu ülkeye dair ne de çok şey taşır. Onlar acıların en belirgin şiarıdır. Gövdelerine gizlenmiş insanların korkularına tanıklık etmiş, o insanları himayesine almıştır. Ağaçları masumların kanları ile sulanmış ve çayırları bugün hâlâ şehitlerle doludur. Binalarına ince ince dokunmuş kurşun yaraları, unutmamak için hep oradadır. Unutmak ne mümkün! Yaşananlar unutulmasa bile, bu millet yapılanları unutmaya, affetmeye adeta mecbur. Çünkü onlar üç ayrı milletten oluşan tek bir ülke. Yaşananlar affedilmeli ki barış ortamı içerisinde yaşanılsın. Ama Alija Izzetbegoviç’in de dedi gibi, “Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*