Akşemseddin Hazretleri Şam’da doğmuş, babası ile Amasya’ya göç etmiş orada aldığı eğitim neticesinde başarılı bir müderris olmuş daha sonra mürşidi Hacı Bayram Veli’ye intisap ederek kısa zamanda veliyullah olup mürşidinin halifesi olmaya hak kazanmıştır.
Akşemseddin Hazretleri Fatih Sultan Mehmet Han’ı yetiştirmiş önemli bir eğitmendir. Tarihe not düşen faaliyetleri ile ecdadımızın önemli simalarından biri olmuştur. Eğiticiliği yanında tabipliği, şairliği, yazarlığı ve tasavvufî kişiliği gibi daha birçok başka yönü ile de zengin bir kişiliğe sahip olan Akşemseddin adeta bugünün tabiri ile “on parmağında on marifet” bulunan bir şahsiyettir. Kaleme aldığı eserler ile her yönden derinlikli bir birikime sahip olduğunu ispatlamıştır. Bu sebeple neslimize her yönü ile tanıtılmalıdır. Fakat biz bu yazı kapsamında İstanbul’un fethindeki rolü üzerinde durmaktayız.
Hoca Akşemseddin önemli bir rol model olarak gençliğimiz ve gelecek nesiller için muazzam bir numune şeklinde karşımızda durmaktadır. “İstanbul’un manevi fatihi” unvanı ile nam salmış olan Akşemseddin’in Fatih Sultan Mehmet Han’ın beşikte iken lalalığına yani eğiticiliğine tayin edilip onu nasıl İstanbul’un fethine hazırladığı ve bu süreçte ne gibi çabalar içinde bulunduğu hususunda bilgilendirmelerde bulunacağız.
Akşemseddin’in İstanbul’un Fethindeki Rolü
Fatih Sultan Mehmet, Hz. Peygamber’in (sas) manevi müjdesi olan ‘İstanbul muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar, bu fethi yapacak asker ne güzel askerdir’ hadisi (Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 4/335) geregi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceği açısından İstanbul’u fethetmek istiyordu. Küçüklüğünden beri buna hazırlanmıştı. Çünkü Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri ötelerden aldığı sırrı babasına fısıldamış, Akşemseddin ile de küçük Mehmet’in hamuruna işlemişti.
Hazırlıklar yapılıyor, herkes bu kutlu orduda nefes olmak istiyordu. Fatih Sultan Mehmet ise, büyük gayesini gerçekleştirmek için, Macarlar’a, Sırplar’a ve Bizanslılar’a karşı yumuşak davranıyordu. Amacı Haçlıların birleşmesini önlemek, onları tahrik etmemek ve zaman kazanmaktı. Bin yıllık tarihinin sonuna gelmiş olan Bizans küçüle küçüle sadece İstanbul şehrinin sınırları içinde hüküm süren bir devlet durumuna düşmüştü. Ancak buna rağmen Bizans’ın varlığı, haçlı dünyasının gururu, Müslümanların ise biricik gayesiydi.
Devrin mühendislerinden Muslıhiddin, Saruca Sekban ile Osmanlılar’a sığınan Macar Urban, Edirne’de top dökümü işiyle görevlendirildi. ‘Şâhi’ adı verilen bu topların yanında, tekerlekli kuleler ve aşırtma güllerin (havan topu) üretilmesi, yapılan hazırlıklar arsındaydı. Bu büyük toplar İstanbul’un fethedilmesinde önemli rol oynadı. Yıldırım Bayezid’in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısına, Rumeli Hisarı (Boğazkesen) inşa edildi. Bu sayede İstanbul Boğazı’nın kontrolü sağlanacak, deniz yoluyla gelebilecek yardımlara karşı tedbir alınmış olacaktı. Dört yüz parçadan oluşan bir donanma inşa edildi. Turhan Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora’ya gönderildi ve İstanbul’a yardım gelmesi engellendi. Eflak ve Sırbistan ile var olan barış antlaşmaları yenilendi. Macarlarla da üç yıllık bir antlaşma yapıldı. Bizanslılar da boş durmuyordu. Surlar sağlamlaştırılıyor ve şehre yiyecek depolanıyordu. Ayrıca Bizans İmparatoru Konstantin, Haliç’e bir zincir gerdirerek, buradan gelecek tehlikeyi önlemeye çalışmıştı. Aynı zamanda Haçlı dünyasından yardım isteniyor, Papa ise yapacağı yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesini istiyordu. Ancak Katoliklerden nefret eden Ortodoks Rumlar, Roma kilisesine bağlanmak istemiyor, ‘İstanbul’da Kardinal külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız’ diyorlardı.
Fatih Sultan Mehmet, hazırlıklar tamamlandıktan sonra Bizans İmparatoru Konstantin’e bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi. Fakat İmparatordan gelen ‘savaşa hazırız’ mesajı üzerine, İstanbul’un kara surları önüne gelen Osmanlı Ordusu, 6 Nisan 1453’de kuşatmayı başlattı. Osmanlı donanması ise Haliç’in girişinde ve Sarayburnu önünde demirlemişti. Ordu; merkez, sağ ve sol olarak üç kısma ayrıldı. Kuşatmanın 50. günü dolduğunda, ulemadan hiçbiri kuşatmayı devam ettirmeye razı olmadı. Çoğunluğu, “Resulüllah’ın Ashabından ve Hulefa-i Raşidin’den ve sair nice padişahlardan İstanbul’u fethetmeye gelenler oldu. Fetih onlara müyesser olmadı. Sana da müyesser olmaz” dediler ve Fatih Sultan Mehmet’i İstanbul’un fethi seferinden men etmeye çalıştılar. Hoca Akşemseddin bundan haberdar olunca şöyle dedi: “Evvela Konstantiniyye’yi (İstanbul’u) Sultan Muhammed Han fetheyler, sonra Beni Asfar (Rumlar, Avrupalılar) alır”. Bu hususta yüksek rütbeli kadılar ve diğer birçok bilginler ile istişare oldu. Molla Hüsrev, Molla Gürani, Hızır Bey, Molla Yeğan gibi ulema ve yüksek rütbeli devlet erkânı, Akşemseddin Hazretleri’nin görüşünü beğeniyor ve Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethi hazırlığına girişmesine taraftar oluyorlardı.
Savaşta ciddi çarpışmalar cereyan etti. Kuşatmanın uzun sürmesi ve kesin başarıya ulaşılamaması askerler arasında endişe meydana getirdi. Günler geçiyor, kuşatmadan bir türlü sonuç alınamıyordu. Akşemseddin Hazretleri ise niyaz ve sabırla Rabbinden yardım diliyordu. Güçlü Bizans surlarının aman vermeyişi II. Mehmet’i tekrar ümitsizliğe sevk ediyor ve yine hocası Akşemseddin’in tesellisiyle avunuyordu. Sultan Fatih, Vezir Veliyüddin Ahmed Paşa ile Akşemseddin’e haber salarak “kale feth olmak, orduya zafer bulmak ümidi var mıdır?” diye sordu. Hatta bununla da yetinmeyip veziri gönderdi, “tayin-i vakt eylesin” dedi. Akşemseddin ise şöyle dedi: “Rebiülevvel ayının 20. günü seher vaktinde sıddık-ı himmetle filan cânipten yürüyüş eylesinler. Ol gün feth ola” müjdesini kat’î olarak verip son sözlerini şöyle bağladı: “Yarın şu kapıdan (Topkapı) hisara yürüyüş ola. İzn-i Hüdâ ile bab-ı zafer fetholup ezan sedası ile sûrun içi dola, gün doğmadan gaziler sabah namazını hisar içinde kılalar” dedi (Yıldız: 2017: 34-35).
Şeyh Akşemseddin’in işaret ettiği gün ve saat geldi. İslâm askeri surlara yürüyüp hücum eyledi. Fatih Sultan Mehmet, Akşemseddin’i davet etti. Hazreti Şeyh dervişlere “içeriye kimseyi bırakmayın” diyerek çadırına çekilmişti. Padişah, Akşemseddin Hazretleri gelmeyince sinirlendi. Kalktı Şeyh’in çadırına gitti. Çadırın her tarafı kapalıydı, hiddetlendi. Hançeri çıkarıp yararak bir miktar araladı. İçeri baktı. Gördü ki çadırın içinde döşeli hiçbir nesne yok. Sırf toprak, Hazret o toprağın üzerinde namaza durup secdeye varmış. Tacı, mübarek başından yuvarlanmış. Ak saçları ve aksakalı nur gibi parlıyordu. Mübarek yüzünü toprağa sürmüş, gözlerinden yaşlar akıyor. Hacetleri yerine getiren Yüce Allah’a münacat edip yalvarıyordu. Padişah Şeyh’in bu halini görünce döndü makamına geldi. Surlara baktı. İslâm askerinin ‘Allah, Allah!’ diye surlara yürümüş olduğunu gördü. Askerlerin önünde kefen giymiş bir grup olduğu halde hisara girdiler. Arkadan da bütün Osmanlı ordusu içeri daldı. Şehir fetholundu ve her yer ‘Allahu Ekber, Allahu Ekber!’ diye ezan sesleriyle doldu. Fatih, Akşemseddin Hazretleri’ne bana bir dua öğret ki hücum esnasında askere okutayım dedi. Akşemseddin de “Himmet Ya Fakih Ahmet” de buyurdu (Yıldız: 2017: 34-35; Kahraman, 2018: 42-43).
İstanbul fethedildikten sonra Bizans kızları, pir-i fani Akşemseddin’i Fatih sanarak çiçekleri ona uzatmışlar, fakat Akşemseddin Fatih’i göstererek “çiçekleri ona veriniz” demiştir. Fatih ise: “Verin Akşemseddin’e, ona verin çiçekleri, Padişah benim; ama o benim hocamdır” diyerek karşılıklı mütevazı örnekleri sergilemiştir (Şanlı, 1980: 16).
Fatih Ayasofya’ya girdiğinde Patrik’e; “Ayağa kalk! Ben Fatih Sultan Mehmet’im sana ve arkadaşlarına söylüyorum ki, bugünden itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” fermanıyla Bizans halkının teveccühünü kazandığı gibi özgürlük dersi de vermiştir. Ayasofya’ya girer girmez Fatih atından inip secdeye varır ve O yüce Peygamber’in; “İstanbul muhakkak fetholunacaktır. Onu feth eden ne güzel kumandan ve onu fetheden ne güzel askerdir” sözlerinin şükrünü eda eder. Ayasofya üç gün sonra camiye çevrilir, orda ilk Cuma hutbesi de Akşemseddin tarafından okunup, onun üç kere iftitah tekbiri alıp ancak üçüncüsünde başlattığı imametiyle ilk Cuma Namazı gerçekleşir. Artık Ayasofya İstanbul’un gözü olmuştur Akşeyh’in ve Fatih’in ellerinde…
Fetih, “Beldetün Tayyibetün” harflerinin (ebcet hesabıyla) işareti hicri 857/1453 tarihinde müyesser olmuş, Kur’ân-ı Kerim’in nüzulünden 850 sene sonra gerçekleşmiştir (Kahraman, 2018:45).
Dr. Muhammed Ali YILDIZ
Bartın Üniversitesi Öğretim Üyesi
Bir yanıt bırakın