Eski Yugoslavya’nın küçüle küçüle neredeyse bir Sırbistan’dan ibaret kaldığını artık Balkanlarla biraz ilgisi olan herkes biliyor. Ama görülen o ki Sırplar millet olarak hâlâ o eski “Büyük Yugoslavya” olma sevdası ve rüyası peşinde. Bu yüzden de kendilerine “Yugoslavya” ismini daha yakın buluyorlar. Eski Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra ortaya çıkan Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Makedonya ve Kosova bugün artık birer müstakil Balkan devleti olarak yol haritalarını çizmiş durumdalar. Sırbistan ise büyümeye çalıştıkça her geçen gün küçülen bir devlet konumunda. Anlaşılan o ki panslavist politikalar iflas etmiş bulunuyor Sırbistan’da. Eski Yugoslavya’nın doğusunda kendine yer bulan Sırbistan bugün kuzey-batısında Hırvatistan, batısında Bosna-Hersek ve Karadağ, güneybatısında Arnavutluk, güneyinde yeni Kosova Cumhuriyeti, doğusunda Bulgaristan ve Romanya, kuzeyinde ise Macaristan ile komşu. Yaklaşık 10 milyon civarında nüfusa sahip Sırbistan’da para birimi olarak Sırbistan Dinarı geçerli. Voyvodina’nın başkenti Novisad, Niş, Krusevaç, Sancak’ın başkenti Novipazar, Sırbistan’ın en önemli şehirleri arasında bulunuyor.
Belgrad’tan Bir Görünüm
Sırbistan, coğrafya olarak dağlar ve nehirler ülkesi sayılabilir. Slav halklarının Güney Slav kolundan olan ve 7. asırda Balkanlar’a gelen Sırplar, dil olarak Sırp-Hırvat dili diye adlandırılan Güney Slav dilini kullanıyorlar bugün. Aslında bu dil, aynı zamanda bütün Balkan ülkelerinde en kalabalık nüfus tarafından kullanılıyor. Sırpça’da yaklaşık 1000 civarında Türkçe kelimenin hâlâ yaşıyor olması ise ayrı bir güzellik. Sırpların Osmanlılarla buluşması ise Birinci Kosova Savaşı’nda olmuş. Bilindiği üzere Osmanlılar bir padişahlarını, Sultan Murad Hüdavendigâr’ı Kosova sahrasında gerçekleşen bu savaşta şehid verirler. Bundan sonra Sırpların tarihinde uzun Osmanlı asırları başlar.
Bugün Sırbistan’ın başkenti olan Belgrad, aslında bir zamanlar Osmanlı Sultanlarının da Balkanlarda vazgeçemedikleri bir şehirdi. Gerek sahip olduğu stratejik konumu, gerekse bir şehir olarak sahip bulunduğu coğrafî güzellikler, bu şehri uzun asırlar boyunca birçok medeniyetin gözdesi haline getirmiş. Kimler gelip geçmemiş ki; Keltler, Hunlar, Gotlar, Avarlar, Romalılar, Bulgarlar, Bizanslılar ve Osmanlılar. Tabii “meyvesi olan ağacı taşlarlar” sözü gereği, bu cazibesinin bedelini de zaman zaman ağır biçimde ödemiş Belgrad. Tarih boyunca Belgrad’ın neden bu kadar akınlara uğradığını, niçin bir türlü paylaşılamayan bir şehir olduğunu insan daha iyi anlıyor burada. Kuzey ve Orta Avrupa’yı Karadeniz ve Ege Denizi’ne bağlayan yolların kavşak noktasında kurulmuş bulunan Belgrad, bugünlerde ziyaretçilerinin kulaklarına eski zamanların ve yeni dönemlerin gizemini fısıldıyor Kalemegdan’da. Birinci yüzyılda Romalılar’ın Belgrad’a hediyesi olan muhteşem Belgrad Kalesi, zaman içinde sürekli yenilenmiş tarihi bir eser. Kale içerisinde yer alan askeri müze, hayvanat bahçesi ve Belgradlıların adeta sığınma meknı olan park alanları Belgrad kalesini daha da çekici hale getiriyor.
Tuna -Sava Nehirleri ve Belgrad Kalesi
Bir gün yolunuz Belgrad’a, Kalemegdan’a düşerse eğer, sizi burada garip bir türbe karşılayacaktır. Aslına bakarsanız Kalemegdan’daki türbesinde yatan bu mağrur, devrinde ortalığı tir tir titreten bu büyük akıncı, kabrinden kalkıp şöyle bir etrafına bakınsa, gördüğü manzara karşısında hüznünden ikinci kez oracıkta can verirdi herhalde. Tarihler ona Mora fatihi Silahdar Damat Ali Paşa diyorlar. İznik’te doğmuş, Sultan II. Ahmed, Sultan II. Mustafa, Sultan III. Ahmed devirlerini görmüş, üstelik Sultan III. Ahmed’in kızı Fatma Sultanla nişanlanmış, aynı dönemde Osmanlı’ya üç yılı aşkın sadrazamlık yapmış, Peter Varadin muharebesinde alnından kurşunla vurularak şehid düştüğünden, o tarihten sonra Şehid Ali Paşa unvanıyla anılmıştır. Naaşı muharebe meydanından alınarak Belgrad’a getirilip işte bu kalede Sultan Süleyman Camii mezarlığına defnedilerek üzerine bu türbe yapılmış. Şimdi nerede Sultan Süleyman Camii, nerede mezarlığı.? Paşa’nın İstanbul’da Şehzadebaşı Camii yakınlarında yaptırdığı ve kitaplarının bugün Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledildiği o meşhur kütüphanenin içindeki kitapların sadece fihristinin dört cild tuttuğunu yazıyor kaynaklar.
Tabii Belgrad, eski Yugoslavya’nın da başkenti idi. Bu yüzden günümüze gelinceye kadar iktidarın nimetlerinden en geniş ölçüde istifade eden bu yaşlı başkent, doğal olarak imkânlarına imkân, güzelliklerine de güzellik katmış. Orijinal adı olan Beograd, “Beyaz Şehir” anlamına geliyor. Osmanlılar, bir serhad şehri olması hasebiyle ona “Dârü’l-cihad” adını vermişler. Zaman zaman da Rumeli’ndeki diğer Belgrad’lardan ayrılması için “Tuna Belgrad’ı” ya da “Üngürüs Belgrad’ı” demişler ona. Balkanların bu güzel şehri, yine Balkanların en meşhur iki nehrinin, Sava ile Tuna’nın birbirine kavuştuğu noktada kurulmuş. Belgrad, asırlardan beri işte bu muhteşem buluşmaya tanıklık ediyor. Şehre hâkim bir tepede kurulmuş bulunan ve bugün hâlâ gururla Türkçe bir ad taşıyan Kalemegdan’a çıkacak olursanız eğer, siz de bu güzel buluşmayı keyifle izleyebilir, Sava üzerindeki gün batımını rüya ile gerçek arasında gidip gelerek seyredebilirsiniz. Hangi şehrin içinden bir nehir geçer de o şehrin güzelliklerine güzellik katmaz ki. Üstelik burada bir değil iki nehir var. Gerisini siz düşünün.
Belgrad Şehir Merkezi
Bir zamanlar Osmanlı’nın serhad şehri unvanını elinde bulunduran Belgrad ilk defa II. Murad zamanında kuşatılır. Tarihler 1441 yılını gösterdiğinde karadan ve Tuna nehrinden başlayan ve tam altı ay süren kuşatma, inanılmaz bir direniş ve orduda baş gösteren salgın hastalık sebebiyle başarısız olur. Belgrad’ın ikinci kez kuşatılması büyük asker Fatih Sultan Mehmed’e nasib olur. İstanbul’un bu eşsiz kumandanı bu kuşatma esnasında yaralanarak “gâzilik” unvanını elde edecek ama inatçı Belgrad yine kendini teslim etmeyecektir. Tâ ki Osmanlı’nın efsane hükümdarı, Batılıların “Muhteşem Süleyman’ı, Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan seferi sonrasında Belgrad’ı almaya niyetlenmesine kadar. 1521 yılında Belgrad artık bir Osmanlı şehridir. Yıkılanlar eskisinden daha güzel bir şekilde yapılır; şehir, cami, han, hamam, imaret ve kervansaraylarla tam bir Osmanlı şehri kimliğine kavuşturulur. Belgrad, artık Budin eyaletine bağlı bir sancaktır. Kaynaklar, 1536 yılında şehirde inşa edilen dört cami çevresinde oluşan dört Müslüman mahallesinin bulunduğunu yazıyorlar. On altıncı asırdan itibaren Müslüman mahallelerinin sayısı on altıyı bulur. Sigetvar Seferi’nde dünya saltanatına veda edip ahirete intikal eden Belgrad fatihi Kanuni Sultan Süleyman’ın naaşı önce buraya, Belgrad’a getirilir. Cenaze Namazı, adı bugün hâlâ saklanan Hünkâr Tepesi’nde kılınır büyük hükümdarın. Kendisinden sonra yerine geçecek olan Sultan İkinci Selim’e de işte burada biat edilir. Bu kadar değil tabii Osmanlı ile ülfeti Belgrad’ın. Meselâ Sultan Üçüncü Murad, Macaristan seferine giderken Belgrad’a gelmiş ve Eğri üzerine buradan hareket etmiştir.
Üstad Evliya Çelebi’nin söylediğine göre, daha o zamanlar Belgrad’ın yüz bine yakın nüfusu vardı ve Belgrad, asker için inşa edilmiş zahire ambarları, tophane, baruthane gibi binalarla muhteşem bir serhad şehriydi. Tuna’nın donanma kumandanı da Belgrad’ta otururdu. Şehrin Osmanlı asırlarındaki ihtişamını göstermesi açısından Çelebi’nin verdiği bilgiler son derece dikkate değer. O günlerin tamı tamına 217 cami, on üç mescid, on yedi tekke, dokuz dârulhadis, sekiz medrese, yedi hamam, altı kervansaray, yirmi bir han ve içinde 3700 dükkânı barındıran “Sûk-ı Sultânî” yani Sultan Çarşısı’na sahip Belgrad’ından bugüne ne kalmış mı diyorsunuz. Evet, kala kala şehir merkezindeki Bayraklı Camii kalmış. Bu mahzun hatırayı da görmeseydik keşke. Kısa bir süre önce Sırplar tarafından kundaklanan cami yeniden derlenip toplanıp ibadete açılmış ama, hemen yanı başındaki yangın enkazı yüreklerimizi parçalamaya yetiyor. Bir yığın yanmış yakılmış Ahmediye’ler, Muhammediye’ler ve Kur’ân-ı Kerim’ler. Bosna’da ve Kosova’da, asırlarca beraber yaşadıkları, bir zamanlar birbirlerinden kız alıp verdikleri, bir coğrafyanın kaderini birlikte yaşadıkları Boşnaklara, sırf Müslüman oldukları için asrın trajedisini yaşatan Sırplara da bu yakışırdı zaten! Enkazdan yarısı yanmış bir Kur’ân-ı Kerim’i acı bir hatıra olarak saklamak üzere alıyorum yanıma. O muhteşem maziden geride kalan bu mu olmalıydı Belgrad?! Sen benim dedelerimden böyle mi gördün ki bize bunları gösterdin ey eski sevgili?!
Belgrad, on yedinci asırdan sonra hiç rahat yüzü görmedi. Avusturyalılar bu şehirde inşa edilen Osmanlı medeniyetini acımasızca yok ettiler. Onları izleyen Sırplar da ne yazıktır ki bu şehirdeki Osmanlı kültür mirasını insafsızca talan ettiler. Ve yaklaşık üç yüz sene Osmanlı medeniyetinin en güzel serhad şehirlerinden biri olarak tarih sahnesinde yerini alan Belgrad’da gün geldi Osmanlı’nın bu şehirde inşa edip ruh verdiği yüzlerce mimari eserden geriye kalan koskocaman bir “hiç” oldu. Aslında kaybeden Osmanlı değil, Belgrad idi.
Belgrad Kalesi
Bugün 2 milyona yaklaşan nüfusuyla modern Batı kentlerini aratmayan Belgrad, şehircilik açısından da birinci sınıf batı şehirleri arasında sayılmalı herhalde. Belgrad’ın sakinlerini bugün daha ziyade Sırplar, Hırvatlar ve Karadağlılar oluşturuyor. Trafiğe kapalı, halkın rahatça gezip dolaşmasına, alışveriş yapmasına imkân sağlayan Knez Mihailova caddesi, Belgrad’ın görülmesi gereken yerlerinin başında geliyor. Bunların yanı sıra elbette Kralja Milana ve Dragoslava Javanoiea Caddelerinin köşesinde yer alan, 1882-84 yılları arasında Mimar Aleksander Bugarski tarafından yapılan ve bugün Parlamento binası olarak kullanılan hanedanlığa ait Eski Sarayı, yani bir zamanlar verdikleri insanlık dışı, adına savaş bile denemeyecek kararlarla bu “beyaz şehrin” yüzünü karartanların oturduğu yeri, şehrin en eski bulvarlarından olup çok sayıda ülkenin konsolosluklarının yer aldığı ve 1999 yılındaki ABD bombardımanına maruz kalan Prens Miloş bulvarını, hele hele verdiği üç asırlık nefesle Osmanlı’yı özleten Skadarlija ve Terazije’yi, Belgrad’a hakim bir noktada kurulmuş bulunan dünyanın en büyük Ortodoks kilisesi olan Saint Sava Tapınağı’nı ve hele hele Tuna üzerinde “Splavovi” adı verilen yüzen lokantalarına uğrayıp geleneksel Balkan yemeklerinin tadına bakmayı asla ihmal etmemelisiniz. Benden hatırlatması.
Belgrad’ı dünya gözüyle yeniden bir kez daha görmek, acı verse de eski günlerin hatırasını yâd etmek nasib olur mu acaba? Yâ kısmet. Yolu Belgrad’a düşenler bu şehir için; “Belgrad bir geçit şehridir. Orada durulmaz, oraya uğranılır! Orada durulmaz, oradan geçilir!” diyorlar. El-hak doğrudur. Bizim için de aynen öyle oldu. Tıpkı Sava gibi, tıpkı eski sevgili Tuna gibi.
Bir yanıt bırakın