“ALİYA, ERDOĞAN’A ‘DUALARIMIZ SİZİNLE, BOSNA’MI KORU, BOSNA’MA SAHİP ÇIK, BURALAR HEP EVLÂD-I FÂTİHÂN’DIR, SİZE EMANETTİR’ DEDİ”
Evlâd-ı Fâtihân Dergisi olarak, gençlik hatta çocukluk yıllarından itibaren kendisini İslâmî faaliyetlerin içinde bulan ve sonradan şuurlu bir şekilde aktif rol oynayan hareket adamı; tanıyanların “Dr. Hasaneyn” diye hitap ettikleri, Sudan’lı Türk dostu Dr. Fatih Ali Hasaneyn’in yanındayız.
Sayın Hasaneyn; İstanbul’un fethine kadar 93 yıl Osmanlı’ya başkentlik yapmış, Evlâd-ı Fâtihân diyarı, Peygamberimiz’in (sas) övgüsüne mazhar olmuş hemşerimiz Fatih Sultan Mehmed’in doğduğu şehirden, yani sultanların şehri, şehirlerin sultanı Edirne’den size selam getirdik; Evlâd-ı Fâtihân dergisi olarak bizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. İlk olarak sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Atam, büyük dedem Ahmed Razuk el-Mağribî, 1500’lü yıllarda Mağrip’ten kalkıp Sudan’ı ziyaret eder ve sonra Sudan’a yerleşir. Atalarım Sudan’a Fas’tan göç etmiştir.
Adım el-Fatih Ali el-Hasaneyn, künyem Muhammed Şerif Ebu’l-Hâristir. 1946 Sinnar Karakoç doğumluyum. Evlâd-ı Fâtihân diyarından bizi ziyarete gelen, Evlâd-ı Fâtihân Dergisinden Ahmet Topaç kardeşime ve çalışma arkadaşlarına teşekkür ediyorum. Her zaman kendimi Evlâd-ı Fâtihân’dan biri olarak kabul etmişimdir. Evlâd-ı Fâtihân Dergisinde bize de yer ayırdığınız için ayrıca çok teşekkür ediyorum.
Ben, dokuz yaşında iken köyümüze Tebliğ Cemaati gelmişti. Beldemizi onlarla birlikte gezdik. Tebliğ Cemaatini çok sevmiştim, o gün eve döndüğümde akşam saatleri olmak üzereydi, babama biraz da kızarak sordum: “Baba bana Fatih’ten daha güzel isim bulamadın mı?”. Babam, “Nasıl bir isim istiyorsun? Seyfü’l-İslâm (İslâm’ın Kılıcı), Livâü’l-İslâm (İslâm’ın Sancağı); Tebliğ Cemaati üyelerinin isimleri gibi mi isim istiyorsun?” diye sordu. “Evet” dedim. Babam, “Git, Akşam Namazı’nı kıl, gel sonra isminin hikâyesini söylerim” dedi. Akşam Namazı’ndan sonra babam tebessümle Osmanlı tarihi ve Fatih Sultan Mehmed Han’ın şahsiyeti ve hizmetlerini anlattı ve şöyle dedi: “Peygamberimiz’in methettiği komutan bir tek odur, Fatih Sultan Mehmed Han’dır”. Sonra “le tüftehanne’l Kostantıniyye, ve le ni’me’l-emîru zâlike’l-emr, ve le ni’me’l-ceyşü zâlike’l-ceyş…” hadîsini okuyarak manasını açıkladı. Fatih Sultan Mehmed’in 1453’te İstanbul’u nasıl fethettiğini anlattı. Şimdi, “Fatih ismini koyduğumdan dolayı memnun musun, yoksa değiştireyim mi?” diye sordu. Osmanlı padişahları ve Fatih Sultan Mehmed Han’ın İslâm’a olan hizmetlerini anlatan babamın, bu muhabbetle bana el-Fatih ismini vererek padişaha benzememi istemiş olduğunu anladım. Ben de “hayır, ismim değişmesin” dedim.
Bu arada okul yıllarında öğretmenim iki ay sonra ödev olarak Türkiye’yi seçmişti, Türkiye sevgisi kalbime düştü. Türkiye haritası çizmiştim, o çizimle en güzel harita ödülünü aldım.
İlkokula sekiz ila on yaşlarında okuyanların arasında beş küsur yaşlarında okula başladım, Ortaokulda derslerime giren Sıddık Muhammed Ahmed isminde bir stajyer öğretmen vesilesiyle İhvân-ı Müslimîn ile tanıştım. O zamandan sonra da hiç irtibatımız kesilmedi, çalışmalarında yer aldım.
Ortaokuldan sonra Hartum Mısır Lisesi’nde, oradan da yurtdışı bursu kazanarak Yugoslavya’daki Belgrad Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okudum. Daha sonra Avusturya Viyana Üniversitesi’nde İç Hastalıkları alanında uzmanlık eğitimi gördüm.
1965’te Yugoslavya’ya Tıp tahsiline gittiğimde, henüz 19 yaşındayım. Bir yandan üniversite derslerini takip ederken diğer yandan Sudanlı öğrenciler arasında birliği sağlamak ve İslâmî faaliyetleri yürütmek için çalıştım.
Tüm Balkan bölgelerinde İslâmî faaliyete başlamak için arkadaşlarımı teşkilatlandırdım ve gerekli altyapı çalışmalarına başladım. Birçok İslâmî teşkilatla görüştüm.
Bosna ve Hersek’te Müslümanların oturduğu yerleri aradım. Ramazan ayında tebliğ için yer aramaya başladık. Çok sayıda İslâm derneği ile iletişim kurdum. Bireysel olarak pek işbirliği yapmadılar, “dernek kurum veya kuruluşlarla işbirliği yapıyoruz” dediler. Sebebi, o zaman için Balkanlarda şartların kötü olmasıydı.
Sudanlı kardeşlerimizden birisinin aracılığıyla Aliya İzzetbegoviç Bey’le buluştum. Amacım, bizimle İslâmî faaliyet kurabilecek birisini bulmaktı. Aliya İzzetbegoviç kardeşimizle 17 Haziran 1965 tarihinde Saraybosna’da Hamam Bar adlı bir kafede buluştuk. Kafe, Türk hamamı olup yanında Komünist Bosna Partisi’nin barı bulunuyordu. Aliya Bey, güvenlik görevlileri tarafından takip edildiği için, söz konusu yer en uygun buluşma yeriydi. Komünistler bizi dînî yerlerde arıyorlardı Ancak güvenlik görevlileri bizim Hamam Bar’da bulaşacağımızı hiç tahmin etmediler. Bunun için orada buluştuk ve birçok konu hakkında görüştük. Ayrılırken “öğrenci derneği ile ilgili bu görüşmemizi kimse bilmesin”, dedim. Ve o buluşmamız, belki de Bosna Devleti’nin özgür ve bağımsız devlet olma yolunu açtı.
Ertesi gün iki saat sonra önemli biriyle görüşecektim, buluşma yerimiz mezarlıktaydı. Önemli bir papazın vefatının 40. yıl anması varmış. O kalabalığın içinde bizi fark etmeleri mümkün değildi. Merhum Başkan Aliya, Merhum Ömer Bahman, İsmet Kasımoviç ile sonraki görüşmemiz mezarlıkta oldu.
Bir yandan başarılı şekilde üniversite derslerini takip ederken, diğer yandan Sudanlı öğrenciler arasında birliği sağlamak ve İslâmî faaliyetleri yürütmek için çaba gösterdik. Merhum Aliya, benden İslâmî şuurlanma için bazı dinî kitapların tercümesini istedi.
Öncelikli olarak aşağıdaki on eserin tercümesine başlamayı uygun gördük:
- İslâm’a Giriş, Muhammed Hamidullah
- Din Budur, Seyyid Kutup
- İstikbal İslâm’ındır, Muhammed Kutup
- İslâm Etrafındaki Şüpheler, Muhammed Kutup
- İman Kıssası, Nedim el-Cesir
- Kırk Hadis, İmam Nevevî
- Helal ve Haramlar, Yusuf el-Karadâvî
- Yoldaki İşaretler, Seyyid Kutup
- Ateist Arkadaşımla Yolculuk, Mustafa Mahmud
- Peygamberimiz’in Hayatından Seçmeler, Mustafa Sıbaî.
Tercüme ettiğimiz bu on eseri gizliden gizliye fotokopi ile çoğaltarak elden ele dolaştırıp okunmasını sağladık. İki buçuk saf olan cami cemaati gençler arasında İslâmî şuur anlamında çok güzel değişimlere vesile oldu. Camideki genç sayısı arttı.
1960’lı yıllarda Gazi Hüsrev Bey Camii’nde namaz kılanların sayısı toplamda 3 veya 4 safı geçmezdi. Bunların da çoğu yaşlıydı, en gençleri 65 yaşın üstündeydi. Muhterem büyüğüm Aliya ve arkadaşlarımızın çalışmaları sayesinde 1970’li yılların başında cami dolmaya başladı. Bunların büyük çoğunluğunu da gençler oluşturmaktaydı. Bu iş, 1912 yılında Balkanlardaki son savaştan, Osmanlı İmparatorluğu’nun Makedonya Vilayetinde kayıplar vermesinden ve Yugoslavya olarak adlandırılan bölgede İslâmî yönetimin yok olmasından bu yana görülen ilk ışıktı.
Bosna Savaşı’nda da aktif olarak çalıştım. Sırplarca Müslüman mafyası olarak gösterilen dört kişiden biri idim ve hedef tahtasındaydım. Bosna’nın bağımsızlığına kadar merhum Aliya ile birlikte çalışmalara devam ettim. Devlet kurulduktan sonra Aliya, bana Bosna vatandaşlığı verdi ve danışmanı yaptı. Aliya’nın vefatına kadar vatandaşlığım ve görevim devam etti. Ailece tanışırız, aynı zamanda Aliya’nın ve ailesinin en zor günlerinde yanındaydım.
Aliya ile ilgili pek bilinmeyen bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Bir gün Sarajova’da gizli bir ofiste üst düzey yöneticiler ile toplantıdaydık. Sırplar toplantı yerimizi öğrenmişler. Büyük bir gürültü ile bahçenin ortasına top mermisi düştü. Atılan top yere bayağı saplanmış, ama patlamadı. Topun yanına vardık, yere düşen topun barutunu boşalttık, o top mermisini hatıra olarak Sudan’a götürdüm ve ofisimde hatıra olarak hâlâ saklı durur.
Devlet kurulurken size kimler destek verdi?
Devlet kurulurken İslâm Âlemi mücadelemize destek verdi. Tabi üç kişi hariç: Hüsnü Mübarek, Hafız Esed, Zeynel Abidin bize karşı çıktı. Onlar Sırplar’a destek oldular.
Bosna’da devlet kurulurken maddî sorunu nasıl çözdünüz?
Bir kişi bir hafta on milyon dolar verdi. Sonra tekrar on milyon ve bir ay içinde toplam 30 milyon dolar bağışta bulundu.
Peki, bu parayı ne yaptınız?
Bu para ile mühimmat temin ettik. Teşkilatımız bu mühimmat ile ayakta kaldı. Bosna Savaşı’nda Birleşmiş Milletler ile dünya birlikleri 46 ay içinde bizi bitirme kararı almışlar.
Tabi o zamanlar Sırbistan, Avrupa’nın 4. büyük ordusu idi, Allaha şükür bizi bitiremediler. Ayakta kaldık, 46 ay mücadele ettik, sonra onları yenmeye başladık. Onlardan toprak almaya başladık, daha sonra ABD devreye girdi. Dayton Anlaşması yaptı. Ordumuzda 270.000 kişi vardı, 50.000’e indi. Bütçemiz, mühimmatımız azaldı, kıyafetlerimiz gelmedi. Tüneller sayesinde her türlü mühimmatı elde ettik.
Dayton Barış Anlaşması’ndan sonra Aliya, “Zalim bir anlaşma, zalim bir savaştan daima iyidir. Bu adil bir barış değil, ancak savaşın devam etmesinden daha adil” dedi.
Üniversite yıllarınızda Türkiye’ye hiç geldiniz mi?
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Emin Saraç Hocaefendi, M. Esad Coşan Hocaefendi, Üstad Kadir Mısıroğlu tanıştığım insanlardan bazılarıdır.
Peki tanıştığınız kişilerle ilgili yaşadığınız hatıralarınız var mı?
- Esad Coşan Hocaefendi’ye bir ziyaretimde Bulgarca Kur’an-ı Kerim hediye ettim. Hocaefendi ağlamaya başladı. Acaba bir yanlışlık mı yaptım diye düşünürken, Hocaefendi sevinç ve mahcubiyet dolu şöyle cevap verdi: “Kendi soydaşlarımıza hem de yanı başımızda olmalarına rağmen böyle bir hizmeti götüremiyoruz. Sen taa Sudan’dan kalkıp buralarda böyle hizmetler icrâ ediyorsun.”
Biz Kur’an-ı Kerim’i bütün Balkan Müslümanlarına dinî eğitimi verebilmek için tercüme yapmış ve onları büyük bir gizlilik içinde Yugoslav istihbaratına rağmen, dağıtmayı başarabilmiştik.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la siyasete başladığı ilk yıllardan itibaren iletişim hâlinde oldunuz ve aynı zamanda hapisteyken kendisini ziyaret etmiştiniz. O ziyareti kısaca anlatır mısınız?
Erdoğan bana selam verdiğinde, ona “Ey müstakbel Cumhurbaşkanı, merhabalar!” dedim. Erdoğan, “Sen benim hapishanede olduğumu görmüyor musun?” dedi. Ona “Aliya İzzet Begoviç, 1983’te İslâmî Manifesto adlı kitabının yayımlanmasından sonra çok ses getirdi. Avrupa’nın ortasında İslâmî bir cumhuriyet kurma gerekçesiyle tutuklandı. Çıkarıldığı mahkemede 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bunun yanı sıra eserinden dolayı hapse atılmış olması, fikirlerinin çevrede daha çok yankı uyandırmasına neden oldu. İzzetbegoviç, 1988’de çıkarılan bir afla serbest bırakıldı. Ama hapisten sonra bir kahraman ve lider oldu. Sen de aynı şekilde olacaksın” dedim.
Bosna-Hersek’in kurucu devlet başkanı merhum Aliya İzzetbegoviç ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan ile de yakın dostluk bağlarına sahipsiniz, her iki liderin benzer özellikleri nedir?
Aliya İzzetbegoviç ve Recep Tayyip Erdoğan ile dost olmam benim için çok büyük bir lütuftur. Bosna’nın ilk zeki ve entelektüel lideri Aliya oldu. O, yazar, felsefeci ve âlimdi. Ancak şimdi ona benzer bir lider geldi, o da Recep Tayyip Erdoğan’dır. Aliya İzzetbegoviç’in mirasını bugün Erdoğan taşıyor, diyebilirim
Erdoğan, Aliya’yı ölümünden önce hastanede ziyaret ettiğinde, Aliya kendisine Bosna’yı emanet etti. Ellerinden tutarak “dualarımız sizinle, Bosna’mı koru, Bosna’ma sahip çık, buralar hep Evlâd-ı Fâtihân’dır, o size emanettir” dedi.
Müslüman ülkeler arasında Türkiye’nin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Allah Teâlâ Türkiye’nin ve Türk halkının son İslâm imparatorluğunun sahipleri olmalarını seçti. Peygamber Efendimiz de Kostantiniye’nin fethedileceğini, en iyi ordunun o ordu olduğunu ve en iyi komutanın o komutan olduğunu söylediğinde, bu basit bir şey değildi. Devamı varmış ki fetihten sonra dünyaya hükmettiler. Çin’den başlayarak, Avusturya’dan geçerek Baltık Denizi’ne, Rusya’ya kadar hükmettiler. Şimdi ise Türkiye’ye düşen görev, İslâmîyet’i ve Müslümanları eskisinden kat be kat daha fazla korumaktır.
Dr. Fatih Ali Hasaneyn Kimdir?
- 1946 yılında Sudan’da doğdu.
- Slovakça, Bulgarca ve Kıptî dilleri başta olmak üzere farklı dillere Kur’an-ı Kerim tercümeleri yaptırıyor.
- Bosna Savaşı sırasında Aliya’yla ikisi nedeniyle, başına yüklü miktarda ödül kondu, defalarca ölüm tehlikesi atlattı.
- Süleyman Demirel’e Sudan’da bir Türkiye Konsolosluğu açma fikrini sunarak bu gelişmeye ön ayak oldu.
- Sudan’daki Gülen Örgütüne bağlı okulların kapatılması için iki yıl boyunca çalıştı ve kapattırdı.
- Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasete başladığı ilk yıllardan itibaren iletişim hâlinde olan Dr. Fatih Hasaneyn, Erdoğan hapisteyken onu ziyaret etti. Erdoğan da Sudan’a gittiğinde geceyi Hasaneyn ailesinin evinde geçirdi.
- Çalışma odasındaki devlet başkanları fotoğraflarının en üstünde Erdoğan bulunuyor. Bunun nedenini soran bir ziyaretçisine ise şu cevabı veriyor: “Onu kendi reisiniz olarak görüp sahiplenmeyin, alanı daraltmış olursunuz. O sâdece sizin değil, Bütün İslâm dünyasının reisidir.”
- Türkiye ile ilişkileri eskilere dayanan Hasaneyn, Avrupa, Balkan ve Afrika ülkelerinde çalışmalarda bulundu. Hâlen Hartum’daki evinde aynı heyecanla çalışmaya devam ediyor.
SPOTLAR
- Esad Coşan Hocaefendi’ye bir ziyaretimde Bulgarca Kur’an-ı Kerim hediye ettim. Hocaefendi ağlamaya başladı. Acaba bir yanlışlık mı yaptım diye düşünürken, Hocaefendi sevinç ve mahcubiyet dolu şöyle cevap verdi: “Kendi soydaşlarımıza hem de yanı başımızda olmalarına rağmen böyle bir hizmeti götüremiyoruz. Sen taa Sudan’dan kalkıp buralarda böyle hizmetler icrâ ediyorsun.”
Erdoğan bana selam verdiğinde, ona “Ey müstakbel Cumhurbaşkanı, merhabalar!” dedim.
Bir yanıt bırakın