KINALIZÂDE ÂLÎ ÇELEBİ
Dr. Öğr. Üyesi Necip Yılmaz
Trakya Üniversitesi
Dedesinin sakalına kına sürme âdetinden dolayı
Kınalızâde ismiyle meşhur olan bir âlim ve mütefekkir
Tarihte çok az az insan dedesinin bir âdetiyle tanınmıştır. Kınalızâde Ali Çelebi bunlardan biridir. Ali Çelebi, Abdülkadir Hamîdî’nin torunu, Emrullah Efendi’nin (ö.1559) oğludur. Emrullah Efendi’nin üç oğlu vardı. Bunlar kadılık yapan, Farsça ve Türkçe şiirleri bulunan aynı zamanda hat sanatıyla da ilgilenen Müslim Çelebi, Ümidî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirleri bulunan, aynı zamanda kadılık da yapan Abdürrahim Çelebi ve Ali Çelebi’dir. Ali Çelebi’nin kaynaklarda birçok isimle anılmaktadır. Buna göre tam ismi Alaaddin Ali b. Emrullah’tır. Genellikle ismi Kınalızâde Ali Çelebi veya Kınalızade Ali Efendi ya da sadece Kınalızâde ismiyle bilinmektedir. Dedesi Abdülkadir Hamîdî Efendi’nin sakalına kına sürmesi nedeniyle oğulları ve torunları kınalızâde/kınalıoğlu ismiyle meşhur olmuşlardır. Ancak Kınalızâde dendiğinde daha çok Ali Çelebi akla gelir. Arapça kaynaklarda ise Hınnavî veya Hınnaî olarak geçmektedir.
Ali Çelebi 916/1510-11 tarihinde Isparta’da doğmuştur. Babası Emrullah Efendi’dir. Mirî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Ayrıca babasının bir de divanı bulunmaktadır. Ali Çelebi ilk eğitimini Isparta’da almıştır. İlme olan merakı ve üstün yeteneği dolaysıyla genç yaşta İstanbul’a gönderilmiştir. İstanbul’da o zaman kazasker olan akrabası Kadrî Efendi’nin yanında eğitimine devam etmiş, 22 yaşına kadar onun yanında kalmıştır. Daha sonra Mahmud Paşa Medresesi müderrisi Malul Emir Efendi(ö.963/1556)’nin derslerine devam etmiştir. Ardından Davud Paşa Medresesi müderrisi Muhaşşî Sinan Efendi’den ders almış, daha sonra ise Atik Ali Paşa Medresesi müderrisi Merhaba Efendi’yle eğitimine devam etmiştir. Merhaba Efendi önce İstanbul’da Atik Ali Medresesi’nde ders verirken daha sonra Edirne’ye tayin olmuştur. Kınalızâde Atik Ali Medresesi’nde Merhaba Efendi’den ders gördükten sonra hocasının Edirne’ye tayin olmasıyla o da hocasıyla beraber Edirne’ye gitmiş ve Üç Şerefeli Medresesi’nde Merhaba Efendi’den ders almayı sürdürmüştür.
Ardından İstanbul Fatih Sahn-i Seman Medresesi müderrisi Kara Salih Efendi’nin, daha sonra da Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi’nin (ö.1547) muidi (asistan) olmuştur. Çivizâde’nin Kınalızâde’nin yetişmesinde ve fikirlerinin olgunlaşmasında büyük etkisi olmuştur. Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi daha çok tasavvuf konusunda tavizsizliğiyle tanınmaktadır. Bu konuda Ebussuud Efendi ile aralarında geçen ilmi tartışmalarda Kanuni Sultan Süleyman Ebussuud Efendi’nin görüşlerine itibar etmiş bunun sonucunda Çivizade gözden düşmüştür. Hocası Çivizâde’nin bu katı görüşlerine rağmen Ali Çelebi tasavvuf konusunda daha dengeli ve ilmi ölçülere uyan bir yol takip etmiştir. Onun bu yaklaşımını Ahlâk-i Alâî adlı eserinde apaçık olarak görmek mümkündür. Çivizâde Ebussud arasındaki çekişme Ali Çelebi’nin müderrislik görevine tayininde olumsuz etkiye neden olmuştur.
Kınalızâde öğrenimini tamamladıktan sonra müderris ya da kadı olmak için sırasını beklemeye başlamıştır. O sırada Rumeli kazaskeri olan Ebussud Efendi tayinleri yapmada yetkili kişi durumundaydı. Çivizâde Muhyiddin Efendi ile aralarındaki çekişmeden dolayı onun muidi olan Kınalizâde’nin tayinini yapmak istemez. Bundan ötürü Kınalızâde bir süre beklemek zorunda kalır. Sonunda Kınalızâde’nin sabrı taşar ve 1541 yılında Ebussuud Efendi’nin huzuruna çıkar, eserlerini gösterir ve şöyle der:
“Benim sultanım, diğer ihvanlar gibi ileri gelenlerden iltifat görmek için kapı kapı dolaşmak yerine kitapların kapılarını araladım, sayfalarında dolaştım. Eğer mülazemet yolu bu çabama rağmen sizin devrinizde bana yüz göstermeyecekse bu kapıyı kapayıp başka kapıya müracaat edeyim.”
Kınalızâde Ali Çelebi’nin bu cesur tavrı Ebussuud Efendi’nin hoşuna gider. Yanındakilere şöyle der:
“İşte insan olan böyle fiilen isbatı ehliyet suretiyle hakkını alır. Bir gayeye ulaşmak için şunun bunun delaletine müracaat etmek insanlık değildir.” diyerek Kınalızâde Ali Çelebi’yi takdir eder ve onu 20 akçelik Edirne’de bulunan Hüsamüddîn Medresesi’ne müderris olarak tayin eder.
Kınalızâde daha sonra sırasıyla Bursa Hamza Bey, Bursa’da Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa, Kütahya’da Rüstem Paşa, İstanbul’daki Rüstem Paşa, Haseki, Sahn-ı Semân, Süleymaniye Medreselerinde görev yapmıştır. Müderrislik görevlerinden sonra 1562 yılında Şam kadılığına getirildi. Kadılık görevini Kahire, Halep, Bursa, Edirne ve İstanbul kadılıklarıyla sürdürdü. Haziran 1571’de Abdülkadir Şeyhî Efendi’nin yerine Anadolu kazaskeri oldu. Bu görevdeyken Padişah II. Selim ile beraber bir sefer hazırlığı dolaysıyla Edirne’ye geldi. 22 Ocak 1572’de Edirne’de gut (nikris) hastalığının nüksetmesi sonucunda vefat etti. Tarih hicri aylardan Ramazan’ın 5’inin gösteriyordu. Cenaze namazı devletin ileri gelenlerinin katılımıyla kılınarak naaşı Edirne’ye giren İstanbul yolu üzerindeki Seyyid Celâlî Türbesi civarında Nazır Çeşmesi denilen mezarlığa defnedilmiştir. Mezar taşında Farsça şu ibareler bulunmaktadır:
Ferîd-i dehr vahîd-i zaman Ali Çelebi
Ki bâd cân-i azîzeş be-huld-i câvidân
Be-şehr-i Edirne der pençum-i meh-i ramazan
Eş-şehîr be-Hınnalizâde
Onun hicri olarak ölüm tarihi olan 979 tarihi için tarih düşüren şairler de olmuştur. Bunlardan biri şöyledir:
Kazasker-i İslâm-ı güzin
Ol Âlî Nam-ı reisü’l-fudalâ
Dediler nakledecek tarihin
İrtihâl eyledi kutb-ı ulemâ
Kınalızâde Ali Çelebi’nin Arapça ve Türkçe birçok eseri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunladır:
Ahlâk-i Alâî, Münşeât-i Kınalızâde, Divan, Tarih-i Kınalızâde, Muammeyât, Risale-i Vücûd, el-İs’âf fî ahkâmi’l-evkâf, Risâle fî vakfi’n-nukûd, Hâşiye ale’d-Dürer ve’l-Gurer li Molla Hüsrev, Risâletü’l-kalemiyye, Hâşiye alâ şerhi Tecrîdi’l-akâid li Seyyid Şerîf Cürcânî, Şerhu Kasîdeti’l-bürde, Risâle fî beyâni deverâni’s-sufiyye ve raksihim.
Kınalizâde’nin Farsça, Türkçe ve Arapça şiirleri de bulunmaktadır. Ayrıca muamma şiir sanatının kurucularından biri olarak kabul edilmektedir. Kınalızâde Ali Çelebi’nin Peygamber Efendimiz için yazdığı mülemma’ tarzı naat da onun hem şiir sanatındaki ustalığını hem de kendi anadili dışındaki dillerde de şiir inşad edebilme kabiliyetini yansıtmaktadır. Bilindiği gibi mülemma bir beyti bir dilde, diğer beyti başka bir dilde olan şiirler denmektedir. Mülemma‘da mısralardan biri Türkçe ise diğeri Arapça veya Farsça yazılır. Bazen her üç dilde de olabilir. Ancak bu tür mülemmalar pek nadirdir.
Kınalızâde iyi ahlak sahibi, halim, selim, nezih bir kimseydi. İlim ehline yakışır bir tavır sahibiydi. Zenginlik, makam gibi şeylere pek fazla ehemmiyet vermezdi. Kimseyi incitmez, kimseye karşı kaba davranmazdı, herkese rıfk ile muamele ederdi. Onun bir başka özelliği de sohbet meclislerindeki derin anlam ifade eden nükte ve şakalarıdır. Tefsir, hadis, fıkıh, felsefe, matematik, belagat gibi birçok ilim dalında geniş bilgisi vardı. Kâtip Çelebi onu Mizânu’l-Hak fi İhtiyari’l-Ehakk adlı eserinde, gerçekleri araştırıp bulan ve dünyaya bir gelenlerdendir diyerek övmektedir. Daha birçok ilim adamı ve araştırmacı Kınalızâde Ali Çelebi’nin ilmi yetkinliğini öven sözler söylemişlerdir.
Kınalizâde’nin fikir dünyasını yansıtan en önemli çalışması bilindiği gibi Ahlâk-i Alâî‘dır. Bu eserini Şam’da kadılık yaptığı sırada kaleme almıştır. Semiz Ali Paşa’ya sunduğu için ve kendi adının da Ali olmasına telmihen kitabın ismini Ahlâk-i Alâi olarak koymuştur. Ahlâk-i Alâî gerek Türkçe kaleme alınması ve gerekse İslam ahlak felsefesi geleneğinin tüm kaynaklarından istifade etmesi dolayısıyla eşsiz bir eserdir. Zira hem geleneksel ahlak anlayışı, hem tasavvufi ahlak anlayışı ve hem de felsefi ahlak anlayışından istifade ederek bunu bir bütünlük içinde sunmak öyle kolay bir şey değildir. Kınalızâde bunu ustalıkla başaranlardan biridir. Bu yönteme bugün de çok ihtiyacımız olduğu açıktır. Zira düşünce tarihinin ortaya koyduğu verileri değerlendirmek her insaflı ilim adamının görevi olmalıdır. Gelenekleri çarpıştırmak bugün ilim olarak sunulmaktadır ki bu çok hatalı bir bakış açısıdır.
Kınalızâde Ahlâk-i Alâî adlı eseri bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Üçüncü bölümden sonra son söz olarak bir takım tavsiyelere yer verilmiştir. İlk bölümde huy ve kısımları, temel faziletler, reziletler, nefsin hastalıkları ve tedavisi ele alınmış, çarelerine değinilmiştir. İkinci bölümde ailenin kuruluşu ele alınmış, aile kurulurken dikkate alınması gereken hususlara değinildikten sonra çocukların eğitimine dikkat çekilmiştir. Üçüncü bölümde ise devlet yönetimi ele alınmaktadır. Bu bölüme girişten sonra Kınalizâde sevgi konusunu işlemektedir. Devlet yönetiminde sevginin esas olması gerektiğine dikkat çekmiştir. Zira Kınalizâde’ye göre insanlar arasında sevgi hâkim olursa tüm problemler çözülür. Daha sonra devlet yönetiminde dikkat edilmesi gereken hususları ele aldıktan sonra padişahlarda bulunması gereken yedi hasleti, yüksek gayeli olmak, isabetli düşünce, azim ve kararlılık, musibetlere sabır ve tahammül, zenginlik, uygun asker ve itaatkâr tebaa ve soy olarak sıralamakta ve devlet yönetimi ile ilgili diğer hususları incelemekte ve tespitlerde bulunmaktadır. Kınalizâde son söz olarak da Eflatun, Aristoteles, Abdulhalik Gucduvanî ve Mevlana Celaleddin’in nasihatlarına yer vermektedir. Aristoteles’in İskender’e yaptığı tavsiyelerinin sonunda Kınalizâde Osmanlı devlet felsefesinin üzerinde inşa edildiği adalet dairesine yer vermektedir. Bu şu şekilde dile getirilmektedir:
Dayire-yi Adliyye
Adldır mûcib-i salâh-i cihan
Cihan bir bağdır dîvârı devlet
Devletin nâzımı şeriattır
Şeriate olamaz hiç haris illa melik
Melik zabt eylemez illa leşker
Leşkeri cem edemez illa mal
Malı kesb eyleyen raiyyettir
Raiyyeti kul eder padişah-i âleme adl.
(Dünyanın düzenini, kurtuluşunu ve saadetini sağlayan adâlettir.
Dünya, duvarı devlet olan bir bağdır.
Devlete düzen veren şeriattır.
Şeriatı padişahtan başkası koruyamaz.
Ordu olmadan padişah hâkimiyet kuramaz.
Orduyu paradan başka bir şey toplayamaz.
Parayı kazanan tebaadır.
Tebaayı padişaha adalet kul edebilir.)
Kınalizâde Ali Çelebi her bakımdan ele alınması gereken bir düşünürdür. Bir yazının dar sınırları içinde çok çok özetleyerek hayatı, eğitimi, eserleri, üstlendiği görevler ve fikirleri ile ilgili aktardığımız bilgiler özetin özeti sayılabilecek türdendir. Edirne’de öğrenim görmüş, Edirne’de müderrislik görevine başlamış, Edirne’de vefat etmiş ve Edirne’de medfûn bir âlim olarak, Edirne’de Kınalızâde Ali Çelebi’yi hatırlatacak, onun fikir dünyasına dikkat çekecek bir uyarıya, ize, işarete ihtiyaç vardır. Bu noktada onun adı bir okula verilmek suretiyle ilk adım atılabilir: “Kınalızâde Ali Çelebi Sosyal Bilimler Lisesi” v.b. Her hedefe ilk adım atılmasıyla yürünmeye başlanılır. Tarihin derin sayfaları arasından bir ümit devşirmek…. Neden olmasın?
Kınalızâde, Dâire-i Adâlet.
Bir yanıt bırakın