YUNANİSTAN’IN BATI TRAKYA’DAKİ “AZINLIK” POLİTİKASI
Cengiz Ömer
Gazeteci -Yazar
Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Müslüman (Türk) Azınlık ile ilgili geleneksel tutumu veya milli politikası kısaca şöyle özetlenebilir:
“Azınlık, Yunanistan’ın “iç mesele”sidir ve Azınlık ile ilgili sorunlar söz konusu olduğunda bunları ele almak, çözmek de tamamen Yunanistan’ın işidir. Dolayısıyla Türkiye’nin Azınlık ile ilgilenmesi, sorunlarını Yunanistan ile müzakere konusu yapmak istemesi, Yunanistan’ın içişlerine müdahale ve uluslararası hukuka aykırıdır.”
Hemen belirtelim ki, Yunanistan bu söylemini, Batı Trakya’daki (Türk) Azınlığın “Türk Azınlık” olmadığı tezi üzerine geliştirmektedir.
Peki, Azınlık gerçekten sadece Yunanistan’ın “iç meselesi” midir? Vatandaşlık bakımından bu böyle olsa bile, Türkiye’nin, soydaşı olan Azınlık ile bağı/ilişkisi/alakası ve bunun hukuki dayanağı yok mu?
Bunun uluslararası ve devletlerarası hukuk açısından cevabı tabii ki, Yunanistan’ın İstanbul Rumları ile olduğu gibi, Türkiye’nin de Batı Trakya’daki Azınlık ile bir bağının var olduğudur. Bu da, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili ve uluslararası antlaşma ve sözleşmelere dayanmaktadır. Lozan bile tek başına bu anlamda yeterlidir. Bir diğer dayanak ise Azınlığın bir Osmanlı bakiyesi olarak dil, din ve soy bakımından Türkiye’deki ahali ile ortak bir tarihe ve kültüre ait olmasıdır. Zaten bunlar olmasaydı, söz konusu an(t)laşmaların bir zemini de olmazdı.
Özetle diyebiliriz ki, Yunanistan’ın İstanbul’daki Gayrımüslim/Ortodoks (Rum) Azınlığın azınlık haklarına ilişkin sorunlarıyla ilgilenme konusunda ne kadar hakkı varsa, Türkiye’nin de Batı Trakya’daki Müslüman (Türk) Azınlığın azınlık haklarına ilişkin konularıyla ilgilenmeye bir o kadar hakkı var. Bunu sağlayan da devletlerarası hukuktaki mütekabiliyet (karşılıklılık) esasıdır.
Nitekim Yunanistan, bu hakkını sonuna kadar kullanarak İstanbul’daki Rum Azınlık ile yakından ilgilenmekte ve Türkiye’den Azınlık hakları ve daha birçok konuda taleplerde bulunmaktadır. Yunan devlet yetkilileri, mutad olarak Azınlık mensuplarının kurum ve kuruluşlarını ziyaret etmekte ve okulları, vakıfları, hakları için daha fazla hak verilmesini istemektedir. Velhasıl Yunanistan, İstanbul’daki Gayrimüslim Azınlığını maddi ve manevi olarak desteklemek için elinden geleni yapmaktadır.
Yunanistan bunları yapıyor, ama Türkiye Batı Trakya’daki soydaşları için aynı şekilde kendi hakkını kullanmak istediğinde kızıyor ve Türkiye’yi içişlerine karışmak, azınlığı istismar ederek egemenlik haklarını ihlal etmekle suçluyor. Yunanistan, Türkiye’yi bu argümanla uluslararası platformlarda şikayet ederek dünyayı ayağa kaldırıyor.
Yunanistan Türkiye’yi şikayet ediyor ama, öte yandan Yunan devlet yetkililerinin Türkiye’de yaptığı öyle şeyler var ki, bunları Türk devlet yetkilileri Yunanistan’da yapsa, tabiri caizse savaş çıkar. Geçen yıl İstanbul Rum Patriği’nin Haliç’te düzenlediği ve Yunanistan’dan Bakanların, Ankara ve İstanbul Başkonsoloslarının da hazır bulunduğu haç çıkarma dini töreninde, Yunan vatandaşları Yunan bayrağı açarak Yunanistan milli marşını okudular.
Bizim Seçilmiş Müftlülerin, Bakanların, Atina Büyükelçisi ve Gümülcine Başkonsolosu’nun da bulunduğu kalabalık bir Türk heyetin, Atina veya Selanik’in merkezindeki bir dinî ayinde Türk bayrağı açarak Türkiye milli marşını okuduklarını düşünsenize. Böyle bir durumda acaba ne olur? Açık ve net söyleyeyim: Yunanistan’da kıyamet kopar. Olaylar o kadar büyütülür ki, savaşın eşiğine kadar bile gelinebilir. Şunu da ekleyeyim ki, Türkiye’de hiçbir şey olmadı. Gazeteler bile yazmadı. Aradaki fark da burada zaten… Türkler’de art niyet yok.
Şunu da ilave etmekte sakınca görmüyorum. Burada art niyet yok, olmamalı, ama aşırı iyi niyet de gaflet getirir. Bence burada biraz gaflet var ve bu konuda en azından bir uyarı olmalıydı. Çünkü Türkiye’nin iyi niyeti istismar edilerek egemenlik haklarına büyük saygısızlık yapılmıştı.
Evet, mütekabiliyet esasına göre, Yunanistan İstanbul Rum Azınlığının garantörü, Türkiye ise Batı Trakya Türk Azınlığının garantörüdür. Bu hakikat, tabii ki tarafsız dünya ve Türkiye tarafından kabul edilmektedir. Yunanistan ise bunu inkâr ediyor ve işine geldiği gibi gerekçeler ve izahatlar ileri sürüyor.
Yunan “siyasi aklı”nın kendince ürettiği ve en çok kullandığı “izahat”, Lozan’a göre “Azınlığın Türk olmadığı”dır. Yunan diplomasisi/siyaseti, işi kendince bu şekilde kökten halledeceğini düşünerek Azınlığın Türk kimliğini inkâr etmektedir. Dolayısıyla Batı Trakya’da Türk yok ise, Türk azınlık hakları da söz konusu olamaz. Buna gore de artık kim Türk Azınlık varlığından ve haklarından bahsediyorsa, o art niyetlidir, tehlikelidir ve Türk ajanı bir hain olabilir.
Bu mantığa göre İstanbul Rumları ve Arnavutluk’taki Yunan azınlık mensupları için de benzer “hainlik” ileri sürülebilir. Ancak Yunan devlet yetkilileri kendi bakiyesi söz konusu olunca ağız değiştiriyor. “Biz karışırız, çünkü onlar Yunan’dır ve yaşadıkları yerler de bizimdi.” diyorlar. Bu ve benzeri konularda işlerine nasıl gelirse öyle gerekçeler uydurarak olayları tevil ediyorlar. Ancak başkaları aynı ve haklı gerekçelerle hak iddia ettiklerinde kızıyor ve bunu asla kabul etmiyorlar.
Sonuç olarak, Yunanistan’ın Azınlık siyaseti, “Türk Azınlık” varlığını inkâr etmek üzerine kurulmuş ve buna göre yürütülmektedir: “Batı Trakya’da Türk yoktur. Türkçe konuşanlar olabilir, ama bu Türkçe, Osmanlı egemenliği dönemindeki baskı ve asimilasyonun neticesidir. Müslümanlık da zaten onların baskıları neticesinde kılıç zoruyla benimsetilmiştir. Bu insanlar aslen Hıristiyan ve Yunan’dır. Devletin çalışmalarıyla da zamanla (Hıristiyan/Rum) özlerine dönmeleri sağlanacaktır”.
Durum budur ve devlet mekanizmasının bu konuda hummalı “çalışmaları” hızla sürüyor. İnsan haklarına ve anlaşmalara aykırı bir şekilde müftü tayin etmek/dayatmak, müftülerin yargılama yetkisini durdurmak, Müftülükleri devlet tarafından keyfi olarak yapılandırmak ve 240 İmam ve Kutsal Kur’an Öğreticileri olarak bilinen ve azınlığa dayatılan “devlet projeleri” bu “çalışmaların” sadece bilinen birkaç ürünüdür.
Yunanistan Anayasası’na göre devletin resmî dini Ortodoks Hıristiyanlık’tır ve bunun temsilcisi de Rum Patrikhanesi, Yunan Kilisesi, Hz. İsa, İncil ve Kilise Yönetim Kurulu Üyeleri olan Sen Sinod Meclisi’nin oluşturduğu yönetmelik ve ictihatlar/şeriattır. Kilise bağımsızdır ve devletin en küçük müdahalesi söz konusu olamaz. Nitekim olmuyor da. Ne zaman olmak istese hükümetler düşüyor. Ama gelin görün ki, aynı Yunanistan’da anayasal olarak bütün dinler özgür, bağımsız ve dokunulmaz haklara sahip olduğu halde, yönetimlerce İslam dinine ayrımcılık yapılmış ve özellikle Batı Trakya Türk Azınlığının dini temsiliyeti olan Müftülükler işgal edilmiş ve burada keyfi müdahalelerle haksızlıklar yapılmıştır. Halen de bu haksızlıklar devam etmektedir.
14-15 Mart 2017 tarihinde sadece Yunan eğitimcilerinin düzenlediği ve konuşmacı olduğu “Azınlığın Eğitimi” Kongresi de bu projelerden biridir. Azınlık dışından bazı eğitimciler ve kuruluşlar, Azınlığın eğitimini konuşmak ve şekillendirmek için toplanıyor, ama konu hakkında Azınlığın kendisine danışılmıyor ve azınlık eğitimcilerine söz verilmiyor. Buradan da, Azınlığa rağmen bir Azınlık Eğitiminin planlandığı anlaşılıyor.
Demokratik kongreler böyle mi olur? Sonra Türkiye’de diktatörlük var, demokrasi yok diyorlar. Türkiye’de Rum Azınlığın eğitimine baksınlar. Devletin onlara sağladığı imkânlardan ders alsınlar. Anaokulundan itibaren bütün kademelerde Türkçe ve Rumca eğitim hakkı sağlanmaktadır. Batı Trakya’da Türk Azınlık okulları kapatılırken, Türkiye’de 4 Rum öğrencisi için okul yapılıyor. Eğitim kongrelerini de ancak Rumlar kendileri düzenliyor. Türk devleti en azından, Rum Azınlığın kimliğini inkâr etmiyor. Yunanistan’ın başlı başına en büyük haksızlığı, Batı Trakya Türklerinin kimliğini/varlığını inkâr etmesidir.
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’na yapılan haksızlıklar ortadadır ve bunlar zulümdür. Zulmün olduğu yerde ise gerçek demokrasi olmaz, barış ve huzur hakim olmaz.
Bir yanıt bırakın