“Ah şu gençlik” diye başlayan cümleleri sık sık duyarız. Genelde bu sözü bir önceki kuşak bir sonraki kuşak için söyler. Onlara göre gençler ahlâkî değerlere yeterince değer vermiyor, değer yargılarını hiçe sayıyor ve gereğince toplumun sorunlarıyla ilgilenmiyorlar. Gerçekten öyle mi? Birçok kimse değerlendirmelerinde esas aldığı durum kendi zamanının gerçekleridir. Bundan dolayı olaylara kendi zaman tünelinden bakmaktadırlar. Bunun sonucunda da ortaya çıkan sonuç kendi zamanıyla uyuşmadığında feveran etmeye başlıyorlar. Belki kimi yönleriyle onların haklı olduğu hususlar da olabilir. Bunun için kuşak kavramına, kuşaklar arası ilişkilere göz atmak yerinde olacaktır.
Kuşak, yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş, aynı çağın şartlarını yaşamış, birbirine benzer sıkıntılarla karşılaşmış insan topluluğu, bir başka ifadeyle nesildir. Günümüzde eğitimciler barındırdıkları özellikler dolaysıyla kuşakları farklı isimlerle tanımlamaktadırlar. Bunlar sessiz kuşak, “X kuşağı”, “Y kuşağı” ve “Z kuşağı” vb. Her kuşağın kendine has karakteristik özellikleri vardır. Bu nitelikler kuşağın bulundukları zamanın diliminde onları çevreleyen şartların bir sonucudur. Kuşaklar arasındaki farklar üzerinde ilk araştırmayı yapanlardan biri olan Auguste Comte, sosyal ilerlemenin ancak bir kuşağın bir sonraki kuşağa aşılayacağı birikimler ile mümkün olabileceğini belirtmektedir. Ancak hayatın ana eksenini belirleyen kuşak kendisinden sonraki kuşağa birikimlerini, ahlâkî değerleri aktarırken seçtiği yöntemler, kullandığı araçlar daha çok kendi kuşağının gerçekleri esas alınarak yapılmaya çalışılmaktadır. Bu da bir sonraki kuşağa birikimlerin, ahlâkî değerlerin aktarımını zorlaştırmaktadır. Özellikle toplumu gerçek manada ayakta tutan ahlâkî değerlerin aktarımı konusunda karşılaşılan zorluklar genç kuşakları kimliksiz hale getirmektedir.
Bugün eğitim çağında olan, 2000 sonrası doğanlar “Z kuşağı” olarak adlandırılmaktadırlar. Bu kuşak bilgiye daha hızlı ulaşan, sosyal medya yoluyla sosyalleşen, bir anda birçok beceriyi yerine getirebilen, teknolojik araçları etkin kullanabilen, internet ve mobil teknolojileri kullanmayı seven, akıllı telefonlarıyla her yerden sürekli sanal dünyaya ‘connected’ olan, sosyal medyadan emojiler, ikonlar ve görüntülerle konuşan, sonuç odaklı bir bakış açısına sahip, adalet duygusu baskın bir kuşaktır. Çağın getirdiği değişime uygun olarak kendisinden önceki kuşağa göre daha aktif gibi görünmesine rağmen Z kuşağı zevklerine düşkün, tatminsiz, kararsız ve doğuştan tüketici, yalnız yaşamayı seven, sorumluk almaktan hoşlanmayan, nasihat dinlemekten nefret eden bir karakter yapısına sahip gibi gözükmektedir.
Neden-sonuç ilişkisi içinde gençlerin bu durumunu ele aldığımızda buna yol açan birçok nedenin olduğunu görürüz. İslam ahlak düşünürlerine göre Cenab-ı Hak insanı ahsen-i takvim üzere yaratmıştır. Ancak onun ahlâkî gelişimini tamamlamasını, ahlakının en güzel hale gelmesini bu dünyaya bırakmıştır. Yani insana verilen ahlâkî eğitimle, ahlâkî anlamda kemalini bu dünyada elde edecektir. Gençlerin hal, tavır, davranış, tutumları onlara verilen/verilemeyen ahlâkî eğitimin ve onları çevreleyen şartların bir sonucudur.
Çağımız bir algı çağıdır. Birçok insan kararlarını genel algılara göre vermektedirler. Bu anlamda ahlâkî değerleri konusunda olumlu algılar kitleleri yönlendirecek mahiyettedir. Ancak dünyada var olan bir küresel sistem bulunmaktadır. Bu sistem daha çok tüketim üzerine kuruludur. Bu sistemin sağlıklı işleyebilmesi kitlelerin tüketimine bağlıdır. Bu sistem öncelikle gençleri ve çocukları kendisine hedef kitle seçmiştir. Tüketimi teşvik etmek için her türlü aracı kullanmakta ve kitleleri yönlendirmektedir. Tüketime dayalı kitle psikolojisi içinde ortaya çıkan yönelimler, davranışların çok da düşünülmeden, akli süreçlerden geçirilmeden ortaya çıkması sonucunu doğurmaktadır. Gençlerimize gerçek manada kendi değerlerimizi kazandıracak etkin, yaygın ve uygulanabilir hiçbir şey yapılamadığı için gençler kendilerine sunulana tabi olmaktadırlar. Dolayla gençlerimiz sadece bir yansıtıcıdır, bir sebep, bir neden ve asla bir fail değildirler. Fizikî ve psikolojik gelişim evrelerinde insan her türlü etkiye açıktır. Yönlendirmelerin etkili olabilmesi için ferdin bu yönlendirmelerden olumlu tepkiler almasını sağlayacak bir içeriğe, etki gücüne sahip olması gerekir. Bunca olumsuzluk ve kitle iletişim araçlarıyla yapılan bilgi, algı bombardımanına rağmen büyük çoğunlukla gençlerin ahlakî değerlere karşı olumlu tutumları son derece önemlidir. Her şeyi başkaları belirliyor, biz ise başkalarının kuralları içinde oyun kurmaya çalışıyoruz. Yaptığımız tek şey onlara daha fazla bilgi pompalamak. Bilginin gerçek manada hazmedilebilmesi için sunulan kitlenin durumu, psikolojisi, beklentileri, etkilendiği diğer hususlar göz önünde bulundurulmalıdır. Bu hususların günümüz eğitim sistemi içinde çok da önemsenmediği bir gerçektir. Nasıl ki insan gıda aldığında, alınan gıda faydalı da olsan insanın hazım sisteminde bir rahatsızlık varsa o gıda insanda hazımsızlık meydana getirir. Alınan gıda faydadan çok zarara, hastalığa neden olur. Aynı şekilde hazmedilmeyen, içselleştirilemeyen bilgi de aynı sonucu doğurur ve doğurmaktadır. Aynı zamanda aşırı yüklenme çocuğun, gencin sonraki yıllarda kendisine sunulan şeye karşı nefret duygusunu artırmaktadır. Kısacası “umudumuz gençlerde, gençlerimiz yaban ellerde”dir.
Bu olumsuzlukların temel sebebi kendi medeniyet değerlerimize olan yabancılığımız ve küçümsememizdir. Azıcık kendi medeniyet değerlerimize kulak verebilirsek bu kadar olumsuzluğa rağmen çok güzel neticelerin elde edilebileceği muhakkaktır. Mesela Farabi ve İbn Sina insanda ahlakî erdemlerin ortaya çıkışını teorik ve pratik yetkinliğe bağlarlar. Bugün eğitim sistemimizde teorik/nazarî ve pratik/amelî yetkinliği kazandıracak araçlardan maalesef yoksunuz. Bugün alet edevat yönünden önceki yıllara göre çok çok daha iyi durumdayız. Nicelik olarak birçok şeye sahibiz. Ama nitelik olarak sunulanların gençler tarafından anlaşılıp içselleştirilebildiklerini söylemek oldukça zordur. Onlara bal sunuluyor, ama onlar zehir anlıyorlar. Sonuçta büyük bir emek var, gayret var. Sunulan kitleye mesaj şartlarına uygun yöntemlerle aktarılamadığı için de bir sonuç meydana gelmiyor. Gençler daha etkin, daha yaygın ve kendi duygu dünyalarına hitap edene tabi oluyorlar.
İnsanın doğuştan getirdiği potansiyel güçleri vardır. Farabi bunların beslenme, duyu, hayal, arzu ve akıl gücü olduğunu belirtir. Eğitim süreçlerinde bu güçler yeterince gelişmediği ve aklın kontrolünde olmadığında sağlıklı davranışların ortaya çıkması çok zordur. Bugün gençlerin en çok ıstırap çektiği konu duygu gelişimidir. İnsanda duygu gelişimi yeterince olmadığında kendisiyle diğer olay, nesne ve değerler arasında bir bağ kurabilmesi neredeyse imkânsızdır. Bu yüzden gençler duygusuz, hissiz ve de doyumsuzdur. Çünkü hiçbir şeyi hissederek, duyarak yapamıyorlar. İbn Sina da insandaki yetkinliği teorik ve pratik yetkinlik olmak üzere ikiye ayırır. Ona göre insanda teorik yetkinlik gerçekleştiğinde sağlıklı düşünme gücü de oluşmuş olur ve bunun sonucunda da sağlıklı fiiller meydana gelir.
Görüldüğü gibi, eğitim süreçlerinde hiçbir yetkinliği gençlerimize tam olarak kazandıramıyoruz. Bunu kazandıracak gerekli araçlardan yoksunuz. Bütün iletişim araçları başkalarının mesajlarını her gün gençlerimize ulaştırmakta, psikolojik eğilimlerini tahrik etmekte ve onları belli davranışlara yönlendirmektedir. Bundan dolayı gençlerimiz suçlamak yerine onları anlamak ve davranışlarının ardında yatan nedenleri çok iyi tahlil etmemiz gerekir.
Bugünkü gençlerimizde baskın olan kimi özellikler, mesela adalete verdikleri sonsuz önem iyi değerlendirilebilirse ahlâkî değerleri daha iyi içselleştirebilmeleri mümkün olabilir. Bu da ancak bir önceki kuşağın içinde bulunduğu ahlâkî çelişkilerden kurtulması ile ancak mümkün olabilir. Çünkü hızlı iletişimle artık herkes her şeyi en kısa sürede öğrenebilmektedir. Eğer bir çelişki varsa sunulan mesaj etkili olamamaktadır.
SPOTLAR
Bugün eğitim çağında olan, 2000 sonrası doğanlar “Z kuşağı” olarak adlandırılmaktadırlar. Bu kuşak bilgiye daha hızlı ulaşan, sosyal medya yoluyla sosyalleşen, bir anda birçok beceriyi yerine getirebilen, teknolojik araçları etkin kullanabilen, internet ve mobil teknolojileri kullanmayı seven, akıllı telefonlarıyla her yerden sürekli sanal dünyaya ‘connected’ olan, sosyal medyadan emojiler, ikonlar ve görüntülerle konuşan, sonuç odaklı bir bakış açısına sahip, adalet duygusu baskın bir kuşaktır.
…olumsuzlukların temel sebebi kendi medeniyet değerlerimize olan yabancılığımız ve küçümsememizdir. Azıcık kendi medeniyet değerlerimize kulak verebilirsek bu kadar olumsuzluğa rağmen çok güzel neticelerin elde edilebileceği muhakkaktır.
Bir yanıt bırakın