II. MEHMED’İ İSTANBUL’U FETHE SEVKEDEN PSİKOLOJİK AMİLLER ÜZERİNE BİR MÜLAHAZA

30 Mart 1432’de Edirne’de doğan II. Mehmed (Babası II. Murad, Annesi Humâ Hatun), iki defa tahta çıkmıştır. İlk tahta çıkışı çocuk denecek yaştadır. Babası II. Murad zamanında Manisa’da Vali olarak görev yapan II. Mehmed, abisi Amasya Valisi Şehzade Alaaddin Ali Çelebi’nin vefatı üzerine tahtın tek varisi haline gelmiştir. Oğlu Alaaddin’in vefatına çok üzülen padişah, 1444 yılı sonlarında inzivaya çekilme kararı alarak, oğlu Mehmed’i Manisa’dan getirterek kendi yerine tahta oturttu. Bu onun ilk saltanat döneminin başlangıcı idi. 1444-1446 yılları arasında kısa süren bu dönemden sonra Mehmed ikinci defa tahta oturmak için babasının vefatını beklemek zorunda kalmıştır. Babasının vefatı ile 8 Şubat 1451’de on dokuz yaşında ikinci defa Osmanlı tahtına çıkan II. Mehmed’in saltanatı 3 Mayıs 1481’de vefatına kadar devam etmiştir.  İlk saltanat dönemi de dâhil edildiğinde 32 yıl Osmanlı devletini yönetmiş ve “beylik” olarak aldığı ülkeyi kısa sürede bir “imparatorluk” haline getirmiştir.

 

32 yıllık saltanatı süresince çok büyük başarılar elde etmiş; ülkenin Anadolu ve Balkanlardaki topraklarını genişletmiş, iç karışıklıkları gidermiş ve devlette dirlik ve düzeni sağlamış, kendi adı ile anılan kanunnameleri ile devlete bir nizam kazandırmış, ordusunu karada ve denizde güçlü hale getirmiş, açtığı medreselerle ülkesinin ilim yolunda yükselmesini sağlamış bir padişahtır. Ancak onun tarihteki en büyük başarısı, henüz 21 yaşında genç bir delikanlı iken o güne kadar hiçbir hükümdara nasip olmamış İstanbul’u 1453 yılında fethetmiş olmasıdır.  Bu olay, kendisine “fatih” unvanı verilmesini sağlamış ve onun ününün ve otoritesinin bütün İslam dünyasında olduğu gibi Batı ülkelerinde de yayılmasını sağlamıştır. Her ne kadar Batılılar kabul etmese de o artık bir çağı kapatıp, yeni bir çağı açan Fatih Sultan Mehmed Han’dır. Onun gayreti ve kararlılığı ile 54 gün süren zorlu bir kuşatmadan sonra 29 Mayıs 1453’te Şarkî Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantiniyye düşmüş, Ortodoks dünyasının merkezi Müslüman Türklerin eline geçmiştir.

 

Dergimizin de bu ayki konusu Edirne ve Fatih Sultan Mehmed Han’dır. Bu vesile ile biz de onun “cihana vurduğu fetih mührünün bir nişanesi” olan bu olayı ele alalım istedik. Bilindiği gibi bu kutlu hadiseden dolayı beldemiz Edirne, “Bursa’nın evladı, İstanbul’un babası” olarak vasıflandırılır ve “İstanbul’u fetheden şehir” olarak anılır.

 

Biz, bu yazımızla fetih hadisesinin tarihçesinden ziyade fethin psikolojik amilleri üzerine bir mülahaza yapmaya çalışacağız. Bu amiller arasında ilk önce II. Mehmed’in kişiliğini saymak gerekir. Çünkü o, olayın başkahramanıdır. Bu vesile ile öncelikle onu kişiliği üzerinden İstanbul’u fethe dair çıkarımlar yapmak istiyoruz.

 

  1. Mehmed, kaynakların verdiği bilgilere göre dindar, adaletli, cesaretli, kendisine özgüveni yüksek olan ve iyi bir eğitim almış bir devlet idarecisidir. Akıllı ve zeki birisi olarak, her şeyi araştırarak öğrenir ve sağlıklı kararlar almaya çalışırdı. Özgüveninin yanı sıra kazanma ihtirası da yüksekti. Bu meziyetleri daha çocukluk yaşlarında saray ortamı içerisinde kazanmıştı. Manisa’da geçirdiği çocukluk yılları, Edirne’deki ilk saltanat yılları (1444-1446), özellikle de tahtan el çektirildikten sonra Manisa’daki ikinci şehzadelik dönemi (1446-1451) onun kişiliğinin şekillenmesinde son derecede etkili olmuştur. Çocukluk yıllarında iyi bir şehzadelik eğitimi alan II. Mehmed, babasının feragati sonrasında 1444 yılında tahta geçince önemli iç ve dış sorunlarla karşılaşmıştır. İç sorunların başında paşalar arasındaki rekabet, Edirne’den halkın Anadolu’ya kaçışı, kanlı Hurufi ayaklanması ve şehri harap hale getiren büyük bir yangın çıkması gelir. Dış sorunların başında da çocuk yaşta bir padişahın Osmanlı tahtına oturması haçlıları, Balkan devletlerini ve Anadolu’daki bazı düşman beylikleri cesaretlendirmiştir. Buna mukabil Balkanlar ve Anadolu’da devlet daha önceden ele geçirdiği bazı topraklardan fedakârlık etmek zorunda kalmıştır. Bu gelişmeler üzerine Çandarlı Halil Paşa’nın da tesiri ile II. Murad oğlunu yeniden tahttan alarak Manisa’ya vali tayin etmiş ve bir kez daha kendisi padişah olmuştur. Bu olay, çocukluktan gençliğe adım atan II. Mehmed’in üzerine bir hayli etkili olmuş, belki de onu İstanbul’u fethetmeye sevk eden amillerin başında gelmiştir denebilir. O, babasının Çandarlı Halil Paşa’nın etkisinde kalarak kendisini tahttan indirmesini gururuna yedirememiş, Manisa’da geçirdiği ikinci şehzadelik yıllarını bu olayı düşünerek geçirmiş ve yeniden padişah olduğunda paşalarla baş etmenin çarelerini aramıştır. Ayrıca tarihe geçecek büyük bir olaya imza atmak için o güne kadar hiçbir hükümdarın gerçekleştiremediği fethin hayalini kurarak, planlarını yapmıştır.

 

  1. Mehmed’i İstanbul’u fethe zorlayan psikolojik amiller arasında babası II. Murad’ın çok güçlü bir padişah olması ve onun fetihlerinden daha büyük bir başarıya imza atmak istemesi de sayılmalıdır. Bunun en büyük işareti de fetih sırasında gelen Bizans elçilerine “Efendilerinize söyleyin, şimdiki Osmanlı padişahı asla evvelkilere benzemez, benim iktidarımın ulaştığı yerlere, onların hayalleri bile ulaşmamıştır” diyerek seslenmesidir. Böylece hem ataları ile kendi özgüvenini mukayese etmiş hem de İstanbul’u alma konusundaki kararlığını göstermiştir.

 

Bir başka amil olarak da Türk hükümdarlarının “Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” fikrine sahip olmalarını gösterebiliriz.  İlk defa Türklerin cihan sahnesine çıkışı ve büyük bir devlet kurduklarını anlatan Oğuz Kağan Destanı’nda gördüğümüz, cihana hâkim olma ülküsü Hunlar ve Göktürkler’de devlet felsefesinin temelini oluşturmuştur. Tanrı’nın kut verdiğine inanılan Türk hükümdarları yeryüzünü idare etme hakkını kendilerinde görmüştür. Bu sebeple doğu-batı ve kuzey-güney istikametlerine seferler düzenleyerek, Türk yazıtlarındaki tabirle “başlılara baş eğdirmişler, dizlilere diz çöktürmüşler”, komşu kavimleri itaatlerini altına alarak, ülkelerinin sınırlarını genişletmişlerdir. Bu telakki Selçuklu Türkleri vasıtası ile Ön Asya ve Anadolu’ya taşınarak, bir uç beyliği şeklinde Kuzeybatı Anadolu’da teşekkül eden Osmanlılarda da vücut bulmuştur. Bütün Osmanlı padişahlarında olduğu gibi II. Mehmed de bu düşüncenin taşıyıcılarından olmuştur. O, bu gaye ile Anadolu’da İsfendiyar diyarını, Trabzon’u, Akkoyunlu ve Karamanlı topraklarını ülkesine katmış, Balkanlarda Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk ve Bosna-Hersek’i fethetmiştir. Böylece Osmanlı ülkesinin sınırları Tuna nehrinden Fırat nehrine kadar genişlemiştir.  Balkanlardaki önemli fetih hareketlerinden sonra Osmanlı Beyliği için artık önemli bir hedef haline gelen İstanbul’un fethi bu telakkinin taşıyıcısı genç sultan için âdeta bir “kızıl elma” ülküsü olmuştur.

 

Pek tabii ki en önemli amil, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sas) o meşhur “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur/ لَتُـفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّة؛ فَـلَنِعْمَ  الْأَمِيرُ  أَمِيرُهَا،  وَ لَنِعْمَ الْجَيْشُ  ذَلِكَ  الْجَيْش” hadisidir. Bilindiği gibi II. Mehmed’den önce de bu hadise mazhar olmak isteyen Müslüman hükümdarlar İstanbul’u almak istemişlerdi. Müslüman Araplar (M.S. 668-669, 673-678, 716-718, 781-782) döneminde başlatılan kuşatmalar, ilk Osmanlı padişahları tarafından devam ettirilmiş ise de başarılı olunamamıştır. Osmanlılar zamanında Yıldırım Bayezıd devrinde (1391, 1395, 1396, 1400) dört kez, Musa Çelebi tarafından (1411-1412) bir kez, II. Murad tarafından da (1422) bir kez kuşatılan İstanbul alınamamıştır. O, çocukluğunda sarayda İslam Arap hükümdarlarının ve dedelerinin bu kuşatma hikâyeleri ile büyümüş ve Hz. Peygamber’in hadisine nail olma hayallerini kurmuştur. Tahta geçtiği ilk anda da bunu gerçekleştirmenin çalışmalarını yürütmüş, donanma ve kara ordusunu güçlendirmiş, Rumeli Hisarı’nı yaptırarak (1452) boğazın her iki yakasının kontrolünü sağlamış, surları dövecek topları döktürmüş ve surlara tırmanacak kuleler inşa ettirmiş, donanmayı karadan yürüterek Haliç’e indirmenin planlarını yapmıştır.

 

Hz. Peygamber’in hadisine mazhar olmak isteyen ve Osmanlı hanedanı için “kızıl elma” hedefini gerçekleştirmek isteyen II. Mehmed, “ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u” diyerek saltanatının geleceğini İstanbul ile aynîleştirmiştir. Rivayetlere göre de genç padişah, fetih ile müjdelenmiştir. Meşhur hikâyeye göre; bir gün Hacı Bayram-ı Veli, kendisini çekemeyenler tarafından bazı aslı olmayan bilgilere dayanarak, ‘etrafında topladığı müritlerle saltanat devşirmek iddiaları’ ile Sultan II. Murad’a şikâyet edilir. Bu iddialar karşısında şüpheye düşen Sultan Murad onu Ankara’dan Edirne’ye getirtir ve Sabunî Mahallesi’ndeki Veli Dede Dergâhında misafir ettirerek Ulu Camide (Eski Camii) halka vaaz vermesini ister. Sultan II. Murad zamanla şikâyetin aslı olmadığını ve Hacı Bayram-ı Veli­’nin ulu bir insan olduğunu anlar. Bir gün Sultan ile bu ulu zat arasında İstanbul’un fethine dair bir konuşma geçer. Osmanlılar için İstanbul’un alınmasının önemini bilen II. Murad, Hacı Bayram-ı Veli’ye İstanbul’u almak istediğini muhasara etmelerine rağmen alamadıklarını söyler ve fethin kendisine mazhar olup olmayacağını sorar. Hacı Bayram-ı Veli de gülümseyerek: “Bu şehri sen alamayacaksın. Ama şu beşikteki şehzade alacaktır” diyerek, Şehzade Mehmed’i işaret eder.

 

Fethin hayalini kurarak büyüyen ve Hocası Akşemseddin’in bu konudaki telkinleri ile özgüvenini artıran II. Mehmed, başta Çandarlı Halil Paşa olmak üzere İstanbul kuşatmasının başarısızlıkla neticelenmesi halinde devletin başına açacağı felaketi ileri sürerek, onu bu hayalini gerçekleştirmekten alıkoymak isteyen diğer paşaların engellemelerini de dikkate almayarak kızıl elma ülküsünün peşinden gitmiştir. İlminin feraseti, atalarından gelen cesareti, fıtratında var olan hırsı ve kararlığı neticesinde Sultan Mehmed 29 Mayıs 1453’te İstanbul’u fethederek, Türk-İslam alemine hediye etmiştir.

 

Fatih Sultan Mehmed Han 1432-1481

İstanbul Kuşatması

İstanbul’un Fethi

İstanbul’un Fetih Planı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*