MORA’NIN GELİNCİĞİ: BALLI BADRA

Yunanistan yolculuğumuz bir proje kapsamında gerçekleşti. Ve yaklaşık bir hafta sürdü. Bu uzun yolculuk/seyrü sefer için ilk kez bir gemiye binecektim. Seyahatimiz, 10 saatlik bir yolculuktan sonra ulaştığımız İzmir’e, oradan da gemi ile Çeşme’den Sakız adasına hareketle başlamış oldu.

 

Sakız Adası

Sakız adasına ikindi vakti indik. İşlemlerden sonra limanda yanımızda getirdiğimiz şeylerle hafif bir kahvaltı yaptık. Gemi gece 10’da hareket edecek. Mevlüt Bey daha önceden geldiği için Kaleiçi’ni gezdirdi. Burada bulunan Türk mezarlığının yerini tespit ettik. Bayraklı Camii’ni bulduk. Ziyaret akşam karanlığına kaldığı için dönüşte tekrar uğramak niyetiyle limana dönüyoruz.

 

Atina’ya götürecek gemi geliyor. Gemiye binip kamaralara yerleşiyoruz. 10 saatlik bir yolculuktan sonra sabah Pire Limanı’na iniyoruz. Sakız’da pasaport işlemleri yapıldığı için tekrar bir daha bu işlemler burada yok. Gemiden inip alelacele limanda bekleyen otobüse doluşuyoruz. Çok uzağa gideceğimizi zannediyorum. Fakat 3-4 dakika sonra otobüs indiriyor. Otobüs liman çıkışına kadar getirmiş. Karşı yola geçiyoruz. Metro binası orada.

 

Atina

Metroda birkaç hat değiştirdikten sonra Atina merkeze geliyoruz. Parlamento karşısındaki meydana gelip parka oturuyoruz. Park etrafında polislerin hareketliliği dikkat çekiyor. O gün orada Yunanistan’daki ekonomik kriz için gösteri olacakmış. Bu hazırlıklar onun içinmiş. Bir müddet bekledikten sonra Yunanlı ev sahiplerimizle buluşuyoruz. Eşyalarımız onların merkezine bırakıp Atina’yı gezmeye çıkıyoruz. Önce bir Cafe’de çay içiyoruz. Arkasından Atina Arkeoloji Müzesi’ne gidiyoruz. Yolda Pakistan veya Bangladeşli oldukları anlaşılan seyyar satıcılar var.

 

Atina Arkeoloji Müzesi

Akropolis’e çıkmak istedik ama istişare neticesinde müzeye yöneliyoruz. 5 katlı oldukça geniş bir bina. Müzede fotoğraf çekmek yasak. İçerisi, kadim Yunan medeniyetine ait heykel parçaları ile dolu. Önce son katta bir tanıtım filmi izliyoruz. Orada Akropolis’in tepesindeki Parthenon binasının önce putperest tapınağı, sonra kilise olduğunu öğreniyoruz. Atina, Müslümanlar tarafından fethedilince burayı camiye çevirmişler. Fakat Cenevizlilerin muhasarası sırasında bir top mermisiyle yıkılmış. Bir müddet sonra Atina tekrar Türklerin eline geçmiş. Burayı tekrar cami yapmışlar. Yunan devleti kurulunca da ne minare ne de cami kalmış. Şimdilerde hummalı bir restorasyon çalışması var. Atina Arkeoloji Müzesi’nde Osmanlı dönemine ait hiçbir eser yok. Milli şuur için, okul çocuklarını müzeye getiriyorlar ve gezdiriyorlar. Müzenin içinde gezen birçok okul gurubuna rastladık.  Müzenin en kötü yanı ise ara katların cam zeminle yapılmış olması. Bazı turistler yukarı bakıp gülüyorlar. Biz ise edebimizden bakışlarımızı ayaklarımıza indiriyoruz. Müzenin en alt tabakalarında ise arkeolojik kazılar devam ediyor. Kazı çalışmalarını izlemek mümkün. Müzenin Akropolis’e bakan kafesinde çay içip dinleniyoruz.

 

Voyvoda Mustafa Camii

Müzeden sonra tekrar metroya binip Monastraki Meydanı’na geliyoruz.  Metrodan çıkınca Mustafa Voyvoda Camii karşılıyor bizi. Hüzünleniyoruz. Çünkü bu cami, el işleri müzesi olarak kullanılıyor. İçeri girip bir fotoğraf almamıza izin veriyorlar. Mihrap kısmının fotoğrafını alabiliyoruz. Cami bakımlı durumda. Önünde bir Yunan bayrağı asılı. Caminin müze olarak kullanımda kalması da iyi. Ya tamamen yıkılıp yok olsaydı daha kötü olurdu. Atina’ya dönüşte Voyvoda Mustafa Camii’ni yeniden ziyaret ediyoruz. Caminin altındaki dükkân sahibi bize caminin Osmanlı dönemine ait fotoğraflarını gösteriyor. Hemen izin alıp resimleri çekiyoruz. Eski hali ile yeni halini mukayese etme imkânı oluyor. Fakat kayıtlarda buranın yabancılar tarafından yapılmış gravürleri de var. Cami, minareli ve oldukça hareketli, bir çarşı/bedesten içinde görünüyor. Hoş günümüzde de etrafı küçük dar sokaklarla bir Türk bedestenini- çarşısını andırıyor.

 

Fethiye Camii’ne Atina’ya ikinci gelişimizde yani dönerken uğrayabildik. Etrafında Agora kazısı devam ediyor. Fethiye Camii’nde restorasyon çalışmaları devam ettiği için iç kısımlara giremedik. Camiin kıble tarafında zamanında Atina Mevlevihanesi olarak kullanılan Rüzgâr kulesi mevcut. Camiin yakınında bir de medrese kalıntısını var.

 

Mora Fatihi: Fatih Sultan Mehmet

Patras Atina’nın 247 km batısında Adriyatik kıyısında bir yer. Mora’nın Gelinciği Patras’a gitmek için belediye otobüsüne biniyoruz. Atina Otogarına gidiyoruz. Otogar çok basit ve sade. Çeşitli ülke vatandaşları seyyar satıcılık yapıyorlar. Patra otobüsüne binip üç saatlik bir yolculuk yapıyoruz. Yolun sağ tarafında sahil, sol tarafında zeytinliklerle dolu dağlar mevcut. Sahil kıyıları fazla betonlaşmamış. Çok katlı binalar hiç yok. Bu kadar güzellikleri tabiat ve doğayı görünce önce Mora yarımadasını fetheden Fatih Sultan Mehmet’e, arkasında da “Evladı Fatihan’a” yol boyunca 1001 ihlas-ı şerif okudum. Bir yandan da bu güzel yerlerin elimizden çıkıp gitmesine üzüldüm.

 

Sonra Patras’a varıyoruz. Taksi tutup otele geliyoruz. Akşam kahvaltısından sonra odalarımıza gidiyoruz. Otel sahile sıfır noktada kurulmuş. Yakınlarda bir asma köprü var. Yunanistan’ın Mora yarımadasını kuzeye bağlıyor. Köprünün bulunduğu yerde Osmanlı döneminde “İnebahtı Deniz Muharebesi” yapılmış.  Burası aynı zamanda Adriyatik Denizi’ne açılan bir yer olması açısından stratejik bir körfez.

 

Patras

Bir arkadaşımla otelin etrafı keşfe çıkıyoruz. İstanbul’un fethi dolayısıyla bir gazetenin verdiği eki satın alıyoruz. Dergi, Fatih Sultan Mehmed’i at üstünde ve ayaklar altında, kanlar içinde yatan Bizanslıları resmediyor.  Sultan’ın elindeki kılıç havada ve yanında da zenci bir cellat bulunuyor!

 

Patraslı ev sahibimizin şehri gezdirmek için hazırladığı minibüse biniyoruz. Güzergâh hakkında bilgiler veriyor.  Fakat benim amacım dini yapılar yanında sosyal hayatı da gözlemlemek. Şakayla karışık bizi bir Hıristiyan mezarlığına götürmesini istiyorum. Önce garip karşılıyor Arkeoloji Müzesi’nde bazı iskeletler ve mezarlar olduğunu söylüyor. Fakat arkeoloji müzesini gezince mezarlık konusunda ısrar ediyorum. Yolda gelirken gördüğümüz büyük mezarlığı gitmeye karar veriyoruz. 5 dakikalık bir yürüyüşten sonra geliyoruz.

 

Dini Merasim

Cenazeleri dini merasimle gömüyorlar ve mezarlık girişinde küçük bir kilise ve karşısında park alanı var. Burada definden sonra şarap-ekmek sunuyorlarmış. Biraz daha ilerleyince bir mezar başında bir ayine rastlıyoruz. Ölünün 40. gününü kutluyorlarmış. Bizdeki 52. gün gibi. Eğer mezardan başka bir cenazeye ait bir kemik falan çıkarsa 40 gün sonra şarapla yıkayıp yeniden gömüyorlarmış.  Cenaze sahibine baş sağlığı diliyoruz, amacımız konuşmak ve yapılan merasim hakkında bilgi almak. Cenaze sahibi yaşlı bayan oldukça üzüntülüydü. Torununu bir trafik kazasında kaybetmiş. Patras’a gelirken dikkatimizi çeken yol kenarlarındaki küçük dua yerleri trafik kazalarında ölenler için yaptırılıyormuş. Torunun ölümünün 40. günü yapılıyormuş. Bir de 90. gün kutlaması varmış. Fazla uzatmadan Türkiye’den geldiğimiz söyleyince kadın seviniyor. Çok sevdiği İstanbul ve İzmir’den bahsetmeye başlıyor. Veda edip ayrılıyoruz.

 

Mora’nın Gelinciği

Evliya Çelebi, Mora Yarımadası’nda bulunan Patras’ı  “Mora’nın Gelinciği” olarak adlandırır ve şehri oldukça ayrıntılı anlatır. Ona göre Patras’ı Venedikliler kurmuştur.

 

Patras’ın Türkler tarafın dan İlk fethi ise Fatih Sultan Mehmet’e aittir. Fakat daha sonra Osmanlıların elinden tekrar çıkan Patras, Sultan Bayezid II tarafından yeniden fethedilmiştir. Ancak şehirde hutbeyi yine Fatih Sultan Mehmed adına okutmuş.

 

Evliya Çelebi’ye göre Ballı Badra 300 akça payesiyle itibarlı bir şehirdir. Sipahi kethüdası yeri, yeniçeri serdarı, gümrük emini, bacdarı, muhtesibi, şehir kethüdası, haraç emini, kaptan ağası, mimarbaşısı, şehir voyvodası, şehir çöplük subaşısı, kale dizdarı, 200 adet kale muhafızı, 300 adet Frenk balyozu, 3 adet Frenk konsolosu ve şehir Rumlarının Portonolarları vardır.

 

Osmanlı döneminde şehirde Rumlar, Türkler, Arnavut ve İtalyanlar bulunurmuş. Şehir kalenin güney ve batı tarafını kuşatmış ta denize kadar bağ ve bahçeleri ve doğusunda iki saat uzaklıkta dağlara varıncaya kadar bahçeleri olan düz, geniş ve verimi bol olan bir yerdir. Kiremit örtülü, üç bin evi vardır ki kiremit örtülü kargir ev vardır. Her evin mutlaka bir bahçesi vardır. Halkı ise güler yüzlüdür.

 

Ballı Badra

23 bin adet bağı vardır ki bunlar üzerinden öşür alınır. 170 adet mesire yeri vardır. Ama hepsinden önemlisi “Cinniler Bahçesi” içindeki devasa “servi” ağacıdır ki bu ağacın bir benzeri yeryüzünde yoktur. Diğer serviler gibi yüksek olmayan bu servi 4 kollu olup gölgesinde koskoca bir sürü gölgelenebilir. Gövdesi yedi kişiyle zor kucaklanabilecek genişlikte olan bu servinin tepesinde bir delik vardır. Bu delik içine arılar her sene bal yaparlar ki sahibi bundan yüz okka bal çıkartırmış. Bu yüzden bu şehre “Ballı Badra” denir. Evliya Çelebi bu ağacın bir dalına çıkarak “Seyyah-ı alem Evliya Çelebi ruh-ı için el-Fatiha” diye yazmıştır.

 

Patras Kalesi

Sora sora Patras kalesini buluyoruz. Kale, körfeze hâkim bir tepede. Evliya Çelebi’ye göre körfez kenarından 1000 adım içeride, sağlam, taş bir binadır. Çevresi hendek kıyısınca bin beş yüz adımdır. Kıbleye bakan bir kapısı vardır. Kapıları üç kat demirden olup çok sağlamdır. İç kalesi, ayrı hendekli, asma makaralı, tahta köprülü, güneye bakan demir bir kapsı olan bir kaleciktir.

 

İç kaleye girip merdivenlerden yukarı burçlara doğru tırmanıyoruz. Şehrin manzarası çok güzel. Kale burçlarından şehri izliyoruz. Deniz bir yanda, yemyeşil dağlar bir yanda. Tam kaleden ayrılmak üzere iken kale görevlisine: “Osmanlıya ait bir eser var mı?” diye soruyoruz. Az ilerdeki bir harabeyi göstererek “cami var” diyor.  Hendek kenarında işaret edilen harabeye geliyoruz.

 

Kale Camii

Yaklaşık 12×12 m kare planlı bir cami yeri ile karşılaşıyoruz. İçerisi düzeltilmiş. Mihrap yerleri ve pencere yerleri belli ve yerden 40 cm kadar yüksekte. Önde ve yanlarda ikişer pencere yeri belli oluyor. Cami kubbeli olduğu anlaşılıyor. Kubbe kasnaklarına ait bazı parçalar ve akustik için kullanılan testi parçalarını yerde duruyor. Caminin yan yarım duvarı kalmış o da harap. Minare kısmı birkaç basamak merdiveni belli oluyor.

 

Son cemaat kısmının duvarı, cami içine yıkılmış bir vaziyette. Duvar çıkıntıları (kirpi diye adlandırılan) kısmı cami içine yıkılmış. Patras kalesi içindeki Cami bizi hüzünlendiriyor. Çok duygulanıyoruz. İki saat kadar orada kalıyoruz. Camin hemen yanındaki çeşmeden abdest alıp, içinde ezan okuyoruz. Kamet getirip cemaatle namaz kılıyoruz. Arkasından 20.000 şehidimiz için, okuduğumuz ihlas-ı şerifleri hediye ediyoruz.

 

Bu camiyi Evliya Çelebi “iç hisar önünde hendek aşırı Sultan Bayezid Veli Camii’dir. Hutbe babası Sultan Fatih adına okunmaktadır. Bu caminin kapısının önünde bir küçük hamamı ve mihrabı önünde bir de çeşmesi vardır.” diye anlatmaktadır.

 

Patras’ta İslam Eserleri

Evliya Çelebi Patras’da başka Osmanlı eserlerini de saymaktadır.

 

Fatih Sultan Mehmed Camii: Çarşı başındadır. Kiliseden bozmadır.

 

Kethüda Camii: Varoşta, kubbeli, kurşun örtülü, güzel âlemli, müsanna (iki) minareli bir camidir.

 

Debbağhane Camii; banisi Mustafa Ağa’dır. Cemaati çoktur. Şeyh Efendi Camii: Debbağhane camiine yakın bir yerdedir. Evliya Çelebi’ye göre çok bakımlı ve süslü bir eserdir.

 

İsmi bilinmeyen 4 mescit, 4 tekke, 4 medrese, 5 mektep, 2 han, 3 hamam, İbrahim Çavuş Camii, Kurşunlu Camii, Veziri Azam Osman Paşa Camii, Ahmed Efendi hamamı: Debbağhane’dir. Kethüda Hamamı: Gayet geniş bir hamadır. Hadım Ali Paşa Hamamı, Sultan Bayezid Hamamı…

 

Sarı Saltuk Zaviyesi

Evliya Çelebi, Hacı Bektaş’ın halifelerinden Sarı Saltuk’la ilgili bir de menkıbe anlatır. Sarı Saltuk, Vostice şehrinden gelip İnebahtı’ya geçmek ister. Gemiciler onu gemilerine almazlar ve gemileriyle denize açılırlar. Hemen Sarı Saltuk, eteğine biraz kum doldurup, denize döke döke kayığın peşinden gider.  Gemiciler bakar ki bu derviş iki bin adımlık denizi doldurup gelmekte, akılları başlarından gider. Eğer deniz tamamen kapatılırsa boğaz kapanacak ve işleri sona erecektir. Hemen Sarı Saltuk alırlar ve İnebahtı’ya geçirirler. Burası hala bir mil kadar yer kumsal olup ucunda bir han vardır. Mora’dan İnebahtı’ya geçiş iskelesi bu burundadır. Sarı Saltuk bu kerametten sonra vefat etmiştir. Rumlar da bu türbeyi ziyaret etmektedirler.

 

Tarihçi Naima

Tarihçi Naima da 1714’de Patras’ta vefat etmiş ve bir caminin haziresine defnedilmiştir. Fakat günümüz Patra’sında artık ne camilerden ne de Naima’dan günümüzde hiçbir iz yoktur.

 

Şehidler Yurdu Patras

Patras’ın bir diğer tarihi yönü daha vardır. O da Osmanlı döneminde Yunan isyanlarının başladığı bölgedir. Yunan İsyanı, önce Patras’da gelişip yayıldı.  İsyan Avrupa devletlerinin, Rusya’nın kışkırtması sonucunda meydana geldi.

 

Türkler tedbir olarak, Müslüman halkı Patras kalesinde topladı. O sıralarda Mora valisinin, İsyancı Tepedelenli Ali üzerine asker sevk etmesiyle, bölgenin boşalması fırsat bilen Yunan isyancıları harekete geçti. Patras Başpiskoposu kumandasında toplanan on bin kadar silahlı Rum, 12 Şubat 1821’de isyan ederek şehrin kalesini kuşattılar. Kaleyi ele geçirdiler. 20.000 kadar savunmasız Müslümanı burada şehit ettiler.

 

Katliamdan kurtulabilen Müslüman ve Türkler, Tripoliçe’ye hicret ettiler. Göç esnasında Rumlar, yine pek çok katliam yaptı. Yollarda binlerce muhaciri öldürdüler. Öldürülenlerin sayısı elli bin civarındaydı. 5 Ekim 1821’de Tripoliçe de asilerin eline geçti. Tripoliçe kalesindeki asker ve sivil sekiz bin Türk daha öldürüldü.

 

Neticede Patras’ta başlayan bu ayaklanma Osmanlı padişahı II Mahmud’un isteğiyle Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından kısa sürede bastırıldı. Fakat sekiz yıl sonra 15 Ağustos 1829 yılında dış devletlerin baskısı ve Rum isyanlar yüzünden Yunanistan Osmanlı’dan ayrıldı. Yunan isyanlar sırasında ve bağımsızlık sonrasında Osmanlı’ya ait ne kadar eser varsa tahrip edildi.

 

Anadolu’dan Göçen Rumlar

Arkadaşlarla alış-veriş için turistik eşya satan bir dükkâna dalıyoruz. Eşyalar ekonomik krizden dolayı bir hayli pahalı. Ama yinede Patras ait birkaç hatıra eşya alıyoruz. Dükkân sahibine Türkiyeli olduğumuzu söyleyince kendinin de Türkiye’den gelen bir aileden ve aslen Konya-Silleli olduğunu söyledi. Bizim Konyalı olduğumuzu söyleyince Konya üzerine konuşmalar başladı. Sille’den dedeleri Patras’a yerleşmişler. Dede ve ninesi vefat etmiş annesi bir defa Konya ve Kapadokya’ya gelmiş kendisi de motoruyla gelmek istediğini söyledi. Konya’ya gelirse görüşmek üzere kartını verdi. Oradan ayrıldık otele döndük.

 

Kaynak:

Evliya Çelebi, Seyahatname, (Hazırlayan: Mümin Çevik) İstanbul, 1985, 8/168-172.

Ahmet ÇELİK

Eğitimci-Yazar

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*