- asrın sonlarından itibaren Balkanlar’da varlık göstermeye başlayan Osmanlı, beş asrı aşkın hâkimiyeti süresince İslam dini ile birlikte Ehl-i sünnet merkezli itikadın da bu bölgelerde yerleşmesini sağlamıştır. Osmanlı ilim geleneğine uygun olarak eğitim veren mektep ve medreseler, daha önceleri seviyeli bir eğitim sistemi ile tanışmamış olan Balkanlar’da hem ilmin yayılması hem de fikir dünyasının gelişmesini sağlamaktaydı. Bu coğrafyada eğitim alıp ilmî konularda derinleşmek isteyenler de eğitimlerinin devamı için İstanbul’a gitmekteydi. Klasik Osmanlı ilim geleneğine uygun olarak yetişmiş olan ulema da böylece halkın arasında Ehli sünnet merkezli itikadın yerleşmesine vesile olmuştu.
Osmanlı’nın bölgeden uzaklaşmasıyla birlikte bölgenin yeni hâkimleri, İstanbul’dan bağımsız çalışacak olan “İslam Birliklerini” kurmuş oldular. Müslüman unsurun kendisini besleyen anavatanı ile bağlarının kesilmesiyle birlikte bilhassa eğitimin devamı için artık dikkatler İstanbul yerine yeni ilmî merkezlere yönlendirilmiştir ki, Kahire ve Medine olduğu gibi Viyana ve Budapeşte de bu tercih edilen yeni ilmî merkezlerin arasında bulunmaktadır.
Bu merkezlerin başında Batı tecrübesinden istifade ederek bir reformu zorunlu gören, modernist eğilimli Cemâleddin Efgānî (ö. 1897), Muhammed Abduh (ö. 1905) ve Reşîd Rızâ (ö. 1935) gibi düşünce adamlarının hâkim olduğu Mısır gelmekteydi.
Eğitim için Mısır’a yönelmiş olan Balkanlı genç nesiller, bu yeni fikirler ile tanışmış, geri döndüklerinde de etkisinde kalmış oldukları bu yeni fikirleri halkın arasında yayma çalışmalarına girişmişlerdi. Dinî kurumların kilit noktalarında görevlendirilmiş olmaları bu yeni fikirleri Müslüman unsura genel kabul görmüş dinî hakikatler olarak sunmalarına olanak sağlamaktaydı.
Buna karşın bölgede Osmanlı ilim geleneğinde yetişmiş bulunan âlimlerin duruşları, gerek kültürel kimlik muhafazasında gerekse itikadî geleneği koruma noktasında önemli rol oynamıştır. Bütün ilmî geleneği saf dışı bırakan bu tavrı endişeyle takip eden geleneksel çizgideki İslam âlimleri, Modernizm ile paralellik arz eden görüşlerin Ehl-i sünnet itikadı açısından kabul edilir olmadığını ifade eden, itirazlarını bildiren yazılar kaleme almışlardır. Konuya hassasiyetle eğilen ve endişelerini yazıya dökmekten geri durmayan düşünürlerden biri de Vrapçişteli Kemal Aruçi’dir (ö. 1977).
Klasik Osmanlı ilim geleneğinde yetişmiş olan Meddah Medresesi mezunu Kemal Aruçi, modernist görüşlerin Balkanlar’daki temsilcisi konumundaki Hüseyin Cozo’nun (ö. 1982) görüşlerine olan eleştirilerini kaleme almış olduğu makalelerde dile getirmektedir. Türk dilinin hem Arap hem de Latin alfabesi ile yazmış olduğu makaleleri yayınlanmak üzere Glasnik dergisinin yazı işleri müdürlüğüne göndermiş olan Kemal Aruçi, makalelerin yayınlanmaması üzerine sırayla Bosna Hersek Diyanet İşleri Riyaseti’ne, Diyanet İşleri Başkanı Hacı Naim Efendi’ye, Gazi Hüsrev Bey Medresesi Müdüriyeti’ne, Hüseyin Cozo’ya, Priştine Diyanet İşleri Riyaseti’ne, Priştine Alaeddin Medresesi Müdürlüğü’ne, Titograd (Bugün Podgorica diye bilinmektedir) Diyanet İşleri Riyaseti’ne, Üsküp Diyanet İşleri Riyaseti’ne ve Hüseyin Cozo’nun (ö. 1982) görüşlerini paylaşan bazı yazarlara da makalelerin birer nüshasını göndermiştir. Makalelerin yayınlanma serüveni hakkındaki bilgiyi, Kemal Aruçi tarafından kaleme alınmış olan ve oğlu Muhammed Aruçi’nin özel kütüphanesinde rastladığımız 01.06.1976 tarihli “Teşkilât-ı Dinîyemizin Şurâ-i Âlisi ‘Vrhovni Sabor’ Reis-i Muhterem Hamdi Kemerlik Beyefendiye” başlıklı mektupta görmek mümkün olmaktadır. Mektubun bir kısmının merhûm Ahmed Davudoğlu tarafından Dini Tâmir Davasında Din Tahripçileri başlıklı eserinde de iktibas halinde neşredilmiş olması, Kemal Aruçi’nin söz konusu mektubu Ahmed Davudoğlu’na da gönderdiğini göstermektedir.
Kemal Aruçi’nin de yazısında vurgulamış olduğu üzere uzun ve ciddi bir emeğin ürünü olan bu çalışmalar maalesef yakın zamana kadar yayın yüzü görememiştir. Dönemin hususiyetleri açısından itibar görmeyen bir tavrın temsilciliğini yapmış olması yazılarının on yıllarca tozlu rafların arasında zamanın insafına terkedilmesi sonucunu doğurmuştur.
Kemal Aruçi tarafından 1975 yılında kaleme alınan elimizdeki Bir Âyet-i Kerîmenin Glasnik Dergisinde Yazılmış İndî ve Hakikate Tercüman Olmayan Bir Tefsiri Münasebetiyle Bir Cevap başlıklı makale, bize Makedonya Cumhuriyeti İslam Birliği “İsa Bey” Kütüphanesi sorumlusu Hüsame Cemaili tarafından temin edildi. Osmanlı yazısı ile yazılmış olan bu 36 sayfalık makaleyi latinize edip farklı Balkan dillerinden ve Arapçadan yapmış olduğu iktibasları tercüme ettikten sonra bir değerlendirmeye tabi tutarak Trakya Üniversitesi Rumeli İslâm Araştırmaları Dergisi’nin http://dergipark.gov.tr/rumeli/issue/36754/418872 Bahar/2018 tarihli sayısında yayın hayatına kazandırmış olduk.
Makalenin başlığından da anlaşılacağı üzere Kemal Aruçi bu yazıyı eski Yugoslavya Diyanet İşleri Başkanlığı resmî yayın organı olan Glasnik’te köşe yazarlığı yapan Hüseyin Cozo’nun yazısında yapmış olduğu bir ayet tefsirinin tartışma yaratan görüşlerine reddiye olarak kaleme almış bulunmaktadır.
Bakara sûresi 62. ayette bahsi geçen Yahûdîler, Hristiyanlar ve Sâbiîler’in ahiretteki durumlarının ne olacağı hususunda yaptığı yorumlarda iman esaslarını Allah’a iman, ahirete iman ve güzel ahlak olarak tespit edip üçe indiren Hüseyin Cozo, Peygamber Efendimiz’e (sas) inanmadıkları halde Ehl-i kitabın ahirette mükâfata nail olacağı, bu konuda Ehl-i kitap ile Ehl-i İslam arasında herhangi bir farkın bulunmadığını savunarak bütün ilmî geleneği saf dışı bırakacak şekilde hüküm vermektedir.
Yazıda söz konusu âyetin tefsirine geçmeden önce Kemal Aruçi, fitne olarak nitelendirdiği bu tür görüşlerin Müslümanların dinî hayatına yön veren resmi yayınlarda yayınlanması ve dinî eğitim veren kurumların okul kitaplarında yer bulmasından dolayı duymuş olduğu ızdırabı dile getirmektedir. Balkan Müslümanlarının mensubu bulunduğu Ehl-i sünnet itikadı tarafından kabul görmeyecek fikir sahibi kişilerin resmî kurumlardan ihraç edilmesinin Kur’ân ve Sünnet’e dayanan dinî ve vicdanî bir vecibe olduğunu söyleyen Kemal Aruçi, yetkili kişilerin gerekli tedbirleri alma yükümlülüklerini hatırlatarak aksi halde bütün gelecek yeni nesillerin bu batıl itikada saplandırılma tehlikesine dikkatleri çekmektedir.
Yazıya da yansımış olan şekliyle en samimi duygularla meramını anlatmaya çalışan Kemal Aruçi’nin esas kaygısı bu tür görüşlerin toplumu bilgilendiren resmi yayınlarda ve yeni nesillerin eğitimi için hazırlanmış okul kitaplarında genel kabul görmüş hakikatler olarak yer bulmasıdır.
Peygambere iman olmaksızın Allah’a iman edenlerin uhrevî mükâfata nail olacaklarını söyleyen Hüseyin Cozo’ya Kemal Aruçi, küfür ile imanın arasında vasıta bulunmadığına göre bunların hangi vasıfla uhrevî mükâfata nail olacakları sorusunu yöneltmektedir. Cennetteki nimetlerin yalnız îmân-ı şer’î ile mümin olanlara has olacağını, bunun da ancak peygamberlerin nübüvvet ve risaletlerini tasdik etmekle gerçekleşeceğeni gösteren ayetleri delil olarak sunduktan sonra nassın bulunduğu bir konuda hiç kimsenin ictihad ve indî mütâlaasına yer olmadığını da açıklamalarına eklemektedir.
Aruçi, iman esaslarını Allah’a iman, ahirete iman ve güzel ahlak olarak tespit edip dinî farklılıkları formaliteden ibaret görerek bu manada Müslüman Yahûdî ve Hristiyanların arasında hiçbir farkın bulunmadığını öne süren Hüseyin Cozo’ya tecdid-i iman çağrısında bulunmayı da ihmal etmemektedir.
Hüseyin Cozo’yu kullanmış olduğu yöntem açısından da eleştiren Kemal Aruçi, ele alınan meselelerin mesâil-i nakliyyeden olmaları hasebiyle bu konuda keyfî çıkarımların asla geçerli olmayacağını söylerken bir nass’ın ancak bir başka nass ile tefsir edilebileceğini savunarak delil olarak da konu ile ilgili istisnasız bütün tarih boyunca var olan icma-ı ümmet’i öne sürmektedir. Bin dört yüz sene boyunca alim olsun cahil olsun peygambere imanı imanın şartlarından saymayan bir kişinin dahi ortaya çıkmamış olması konu ile ilgili var olan icma’nın boyutunu ortaya koyarken icma’nın var olduğu bir meselede bireysel ictihadın geçerli olamıyacağını da ifade etmektedir. Ayrıca her daim taklidi reddetme suretiyle mezhep üstü tavır sergileyerek ictihadın gerekliliğini savunan Hüseyin Cozo’nun ictihad etme yetkinliğini sorgulayan Kemal Aruçi, Hüseyin Cozo’nun bir müctehid değil mensubu olduğu Efgānî-Abduh düşünce çizgisinin bir mukallidi olduğu sonucuna varmaktadır.
Yazının devamında îmân-ı şer’î kavramı üzerinde duran Kemal Aruçi, hem îmân-ı şer’î hem de sahih iman açısından Hazreti Muhammed’e (as) imanın gerekliliğini Kur’ân-ı Kerim’den ayetler getirerek ispatlar.
İslam dininin cihanşümul karakterini Hazreti Muhammed’in (as) Kat’iyetle Kâffe-i Nâsın Peygamberi Olarak Ba’s Olunduğunu İfade Eden Birkaç Delil başlığı altında inceleyen Kemal Aruçi, konu ile ilgili kat’iyet ifade eden ve tevil kabul etmeyen çok sayıda ayetin bulunduğunu ifade ettikten sonra en önemli gördüğü birkaç ayeti ve ilmî literatürdeki değerlendirmeleri de yazının devamında aktarmaktadır.
Yine Kur’ân ayetleri ışığında Ehl-i kitabın gerek tevhid gerekse nübüvvet açısından itikadi durumunu değerlendiren Kemal Aruçi, konu ile ilgili Kur’ân-ı Kerim’in son sözü söylediğini ifade etmektedir. Ayetlerde itikadî ve ahlakî zaaflarından açıkça bahsedilmesiyle küfrü sabit olan Ehl-i kitabın, ancak Hz. Muhammed’e (as) inanmaları durumunda kendileri için sahih bir imanın söz konusu olacağını vurgulamaktadır.
Allah katında tek makbul dinin İslam olduğunu ifade eden Kemal Aruçi, konu ile ilgili Kur’an ayetlerini, hadis-i şerifleri ve âlimlerin değerlendirmelerini etraflıca sunduktan sonra: “Görülüyor ki İslâm’dan başka din yoktur. Müslim olmayan mümin değildir. Mümin olmayan ahirette hüsrana mahkîmdur. Hüsran ise hirmân-ı sevap ve mahkûm-i azap olmak demektir.” diyerek bu konu başlığını da tamamlamış bulunuyor.
Kemal Aruçi, Cozo’nun yapmış olduğu yorumların ilim ve din ile bağını koparmış birçok Müslümanı dalalete sürükleyeceğinden meseleye eğilmenin zorunlu olduğu kanısındadır. Gerekli tedbirlerin alınmaması durumunda görüşlerin yayılış şekil ve hızını da örneklendirerek anlatmaktadır. Yazının İslam’ın itikadî esaslarını koruma gayesiyle yazıldığını vurgulayan Kemal Aruçi, gerek resmi yazılı basından gerekse okul kitaplarından bu tür fasid görüşlerin çıkarılması hatta mümkünse Cozo’nun Diyanet İşleri’nden uzaklaştırılması talebini yineleyerek yazısına son vermektedir.
Osmanlı ilim geleneğinde yetişmiş ulemâ zincirinin son halkası konumunda bulunan ve tevarüs ettiği itikadî geleneğin savunmaya çalışan Kemal Aruçi, tüm kurumların Hüseyin Cozo’nun hizmetine verilmesinden kendisine böyle bir imkân tanınmamasından yakınmaktadır. Zaten yazılarının yayınlanmamış olması bunu doğrular mahiyettedir.
Bir yandan bu makaleyi yayına hazırlamakla, yayınlamak niyetiyle kaleme aldığı fakat bu arzusu gerçekleşmeden rahmet-i Rahman’a intikal eden Kemal Aruçi’nin (ki kendisi dedem olmaktadır) bu arzusunu gerçekleştirmiş olmanın bahtiyarlığını yaşarken diğer taraftan da itikadî gelenek hakkında bilgi sahibi olduğumuz bu makalede ele alınmış olan meselelerin güncelliğini artırarak korumasından dolayı makalenin bu alandaki tartışmalara katkı sağlayacağını da umut etmekteyiz.
Uzm. Meral JAHJAİ
Trakya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Enstitüsü
Bir yanıt bırakın