Osmanlı denildiğinde akla, kılıç ve kalem birlikte gelir. Osmanlı, bu iki sınıfın gayret ve çalışmasıyla büyüyüp bir cihan devleti olmuştur. Bu devletin, temel vasfı ise sadece toprak fethi değil, gittiği yerlere adalet götürmek, bilgiyi yaymak, eğitim sunmak, farklı kültür, inanç ve milletlere hoşgörü göstermek, güzelliklerle dolu bir medeniyet kurarak gönülleri fethetmektir. Bu yüzden Osmanlı Devleti, sadece bir devlet değil, aynı zamanda bir medeniyet, kültür, eğitim ve sanat demektir. Böyle bir anlayışın hayata yansımasında ise örnekliği başta padişahlar yapmışlardır. Hemen her biri bir elinde kılıç tutup gazalar yaparken bir elinde de kalem ile şiirler yazmışlar ya da başka türlerde eserler vermişlerdir.
Osmanlı sultanlarına bu çerçeveden bakınca, hemen akla gelecek ilk isim belki de II. Mehmed’tir. Onun adı söylendiğinde aklımıza öncelikle kuvvetli ve kudretli bir hükümdar gelecektir. Böyle olması da son derece doğaldır. Çünkü İstanbul’u fethederek, bir çağı (ortaçağı) kapatıp başka bir çağı (yeniçağı) açarak dünya tarihinin en önemli olaylarından birini gerçekleştirmiştir. Bu önemli olayda onun siyasî ve askerî dehası çok büyük bir rol oynamış; bu durum haklı olarak ona “Fatih” ünvanını kazandırmış, artık “II. Mehmed” olarak değil “Fatih Sultan Mehmed Han” olarak anılmasını sağlamıştır. Bu, Fatih’in daha çok bildiğimiz yönüdür. Fakat onun az bildiğimiz, II. Mehmed’i “Fatih” yapan asıl özellikleri, onun sağlam kişiliğini oluşturan vasıflarıdır. Onun fetihleri gerçekleştiren en büyük özellikleri arasında doğruluğa, ilme, eğitime, sanata, edebiyata âşık olması ve bu özellikleri içselleştirmesidir. Fatih’i asıl büyük ve önemli kılan da bu özellikleridir. Bu durum bazı Osmanlı sultanlarında bu şekilde kapsamlı olmamakla beraber, Fatih’te ise bu hususiyetler bir bütün halinde toplanmış; ilim, eğitim, kültür, edebiyat ve sanat meseleleriyle sürekli ilgilenmiş; kendini sürekli yetiştirmiş; milletinin de bu alanlarda yetişmesinde öncülük etmiştir.
O, kişinin önce kendisini, daha sonra ailesini, sonra çevresini fethetmesi gerektiğini söylemiş, bu fetihlerin olması durumunda İstanbul’un fethinin ise zaten tabii olarak gerçekleşeceğini belirterek gerçek fetihlerin nasıl olacağına dair bizleri aydınlatmıştır. Kendisi de ifade ettiği bu gerçek fetih anlayışını bizzat uygulamış; milletine güzel örnek olup hakiki önder olduğunu göstermiştir.
Bugün, yukarıda belirtilen gerçek fetihlerin yansıması sonucunda oluşan, Osmanlı kültürü ya da medeniyeti derken bu başarının Fatih ve onun gibi ilim, kültür ve sanat ehli sultanların önderliği sayesinde gerçekleştiğini belirtmek gerekir.
“İlim müminin yitik malıdır. Onu her nerede görürse alır” prensibinden hareketle Fatih, bu ilkeyi yaşam biçimi olarak benimsemiş; onu hem sultan hem âlim hem şair hem de sanatkâr yapan özellikleri kişiliğinde barındırmış; daha küçük yaşlarında iken bu alanlarda kendini yetiştirmeye başlamıştır. Her şehzâde gibi çok ciddi bir eğitimden geçmiş; Şeyhülislam Molla Güranî, Akşemseddin, Molla Hüsrev, Sinan Paşa, Ciriaco Anconitano, Maria Angiolle gibi yerli ve yabancı ünlü bilginlerden dersler alarak kendini çok iyi yetiştirmiş ve bu durum ona, “Osmanoğulları’nın gelmiş geçmiş en bilge sultanı” ünvanını kazandırmıştır. Üstelik bu eğitim, sadece İslâmî bilgilerle sınırlı kalmamış, hemen her alanı kapsamıştır. Mesela onun Arapça ve Farsça’nın yanında Yunanca, Latince, İbranice, Sırpça ve İtalyanca bildiğini söylemek ilim ve kültür dünyasının genişliği hakkında bize yeterli fikri verecektir.
Sanata, ilme ve eğitime düşkünlüğünden dolayı ise İstanbul’un fethinden sonraki dönemde kurdurduğu, dönemin ünlü bilim insanı Ali Kuşçu’ya müfredatını hazırlattığı, içinde dini ilimlerle birlikte bilim ve sanat derslerinin okutulduğu, Osmanlı’nın ilk üniversitelerinden biri olan Sahnıseman Medreseleri, Osmanlı’nın manevi-maddi ilimler noktasında gelişmesinde en büyük etken olmuştur.
Fatih, dinî ilimlerin yanında güzel sanatlar, özellikle edebiyat, musikî ve resim gibi alanlarda da eğitim almıştır. Küçük yaşlarından itibaren kendini zengin bir edebiyat ortamı içerisinde bulmuş, Osmanlı’nın fikir ve sanat yönünden en verimli çağında yaşamasını avantajını iyi kullanmıştır. Bu gelişme doğal olarak saraya da yansımış; ünlü şairleri himayesi altına almış; şairlerle sarayını bir anlamda bir “şiir akademisi” hâline getirmiştir. Devrinde Ahmed Paşa, Sinan Paşa, Melihî, Kabulî, Hamidî ve Necatî gibi büyük şâirler yetişmiştir. Fatih, edebiyata ve şiire olan düşkünlüğü nedeniyle bu şâirleri korumuş, onları güzel şiirler yazmaları noktasından desteklemiştir.
Fatih, yaratılışından gelen şiir kabiliyetiyle birlikte aynı zamanda o dönem içerisinde fikirlerin, duyguların ifade edilme biçimi şiir yollu olması açısından böylesine zengin bir edebiyat ortamında şiirler yazmaya başlamış; “Avnî” mahlasıyla şiirler yazmış; oluşturduğu Divân’ı ile Türk edebiyatı içerisinde önemli bir yer edinmiştir. Çünkü o, “şair padişahlar” içinde “divân sahibi olan ilk padişahtır”. Bu yüzden de her şeyden önce şiirlerini bilinçli bir şekilde kaleme alarak, ustalık kazanmış bir şairdir.
Avnî, Şeyhî, Ahmet Paşa ile birlikte Fars Edebiyatının Şirazlı Hafız ve Sa’dî gibi şairlerinden etkilenmekle beraber taklitçilik yapmamış; diğer şairlere de özenmemiştir. Devrinin diğer şairlerine göre şiirlerini daha sade ve daha duru bir dille yazmıştır. Bazı beyitlerinde konuşma diline yakın bir dil kullanmıştır. Mısraları son derece sağlam bir dış güzelliğe sahip, üslubu ise devrinin özelliklerine yansıtacak kadar süslüdür.
Fatih, devlet adamı kadar şairliği, sanatseverliği, ilim yönüyle de günümüz kültür ortamına taşınması gereken isimlerdendir. Çünkü onun ilim sevgisi, sanata düşkünlüğü ve özellikle şairliği, orta seviyede bir şairlik olmamıştır. Tek işinin şiir olmaması sebebiyle onu bir Şeyhî, bir Ahmed Paşa, bir Necatî olarak göremesek bile yine de devrinin edebiyat ortamı içerisinde büyük şairler zümresinden saymak gerekir. Zira o, şiirlerinde, Doğu ve Batı kültürleri çok iyi çözümlemiş; devrinin ve kendinin bütün psikolojik, ilmî, kültürel, siyasî, felsefî ve entelektüel birikimini özetlemiş metinler yazabilmiştir.
Fatih’in sayıca çok fazla olmayan bu şiirleri, sonradan Divan hâline getirilmiştir. Bu Divan’ın yazma nüshası Ali Emirî Efendi tarafından bulunmuş olup sonradan Latin harfleri ile yazılı şekilleriyle de yayımlanmıştır. Bu anlamda ilk çalışma fethin 500. yılı münasebetiyle Saffet Sıtkı Bilmen tarafından hazırlanan ve 1944 yılında basılan nüshadır. Bir başka çalışma ise 1946 yılında Kemal Edip Kürkçüoğlu tarafından yapılmıştır. Fatih’in şiirleriyle ilgili çalışmalar sonraki yıllarda da devam etmiş; 1922 yılında Ahmet Aymutlu, 2001’de İskender Pala ve son olarak da 2004 yılında Muhammed Nur Doğan tarafından bu şiirler neşredilmiştir. 2015 yılında ise bu Divan, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanmıştır.
Fatih’in şiirleri onu daha iyi tanıma, fikirlerin anlama, hayata bakışını bilme açısından oldukça önemlidir. Nasıl ki günümüzde fikirler, duygular, hayata bakışlar genel olarak düz yazıyla ifade ediliyorsa onun döneminde de düşünceler, duygular, entellektüel bakışlar şiir yoluyla ifade edilirdi. Bu açıdan da adını dünya tarihine yazdırmış büyük bir devlet adamı olan Fatih’i, daha yakından tanıma açısından şiirleri son derece önemlidir. Aşağıdaki metnin içeriği de onun gerçekleştirdiği fetihlerin hangi amaçla yapıldığını anlatması noktasından önemlidir.
İmtisâl-i “câhidû-fi’llah” olupdur niyyetüm,
Dîn-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretüm.
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricâlillâh ile
Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm.
Enbiyâ vü evliyâya istinâdum var benüm,
Lütf-i Hak’dandur hemân ümmîd-i feth ü nusratum.
Nefs ü mâl ile n’ola kılsam cihânda ictihâd,
Hamdü-lillâh var gazâya sad hezârân rağbetüm.
İy Muhammed mu’cizât-ı Ahmed-i Muhtâr ile
Umarım galib ola a’dâ-yı dîne devletüm
Anlam itibariyle günümüz Türkçesiyle ifade edersek, Fatih fetihlerinin ana maksadının “sadece, hak adına cihat etmek olduğu; İslâm dininin yayılması ve güzelliklerinin her yere hâkim olmasını istediğini ve kendisinden ne tür bir gayret bekleniyorsa ona göre hareket ettiğini; bu gayret ve niyete bağlı olarak Allah’ın lütfuyla kutlu din büyükleri askerlerinin yardımları ile niyetin düşmanlarını baştanbaşa bozguna uğratmak olduğunu; bu yolda peygamberlere ve din ulularına güvendiğini; fetih ve zafer ümidinin ise ancak Allah’ın lütfu ile mümkün olacağını; asla kendi nefsi ve dünyalık kazancı için uğraşmadığını; bu uğurda gayesinin gazi olmak olduğu; Hz. Peygamber’in (sas) mucizeleriyle devletinin, din düşmanlarını yeneceğini ümit ettiğini ifade etmektedir.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın hayatına baktığımızda, yukarıda belirttiği mısralardaki gibi niyet ve gayrete bağlı bir hayat sürdüğünü görmekteyiz. O, ülkeleri fethederken gönülleri de fethetmiş; İslam’ın getirdiği güzellikleri uygulamış; farklı din, kültür ve milletten olan insanları etkilemiş; sadece bir devlet adamı olmadığını göstermiş; hem inançlı hem bilgili hem erdemli hem merhametli bir sultan olduğunu eylemleriyle ispatlamış; İslâm’ın sosyal hayata dair getirdiği güzelliklerin yayılması açısından birçok milleti etkilemiştir. İslâm’ın en önemli özelliklerinden biri olan adaleti uygulıp erdeme dair güzellikleri yayarak fethettiği topraklarda medeniyet ve “kültür devrimi” gerçekleştirmiştir.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; Fatih’i gerçek anlamda daha iyi tanımak, onun manevi dünyasını öğrenmekle mümkündür. Dolayısıyla onun düşünsel ve duygusal yönden ruh halini anlamak açısından şiirleri son derece önemlidir.
Yazımızı, büyük insan Fatih Sultan Mehmed Han’ın daha sâde bir dille kaleme aldığı mânâ dolu iki güzel şiirindeki mısralarıyla sonlandıralım.
Ahireti kazanmak iş bu dünyadan murad,
Yoksa zahid bildin mi nedir ukbadan murad?
Hakiki yar olmadan cennet de zindan olur,
Bilki yari görmektir âlâ cenneten murad.
Malı mülkü bırakıp sonunda gideceksin,
Ya nedir dünya için fani dünyadan murad?
Gördüğüne bağlanma ve yetinme onlarla,
İbret almaktır gönlüm gezip görmekten murad.
Gönül eğlencesidir ey Avnî en sonunda,
Ustalık satmak değil şiir yazmaktan murad.
* * *
Kimsesiz hiç kimse yok,
Hiç kimse yok kimsesiz.
Herkesin var bir kimsesi,
Ben bugün kimsesiz kaldım,
Ey kimsesizler kimsesi.
Kimse aradığım yollarda,
Kimsesizlik kimsem oldu.
Dinsin artık hicranın cânâ,
Kimse aradığım yollar,
Kimsesiz kimselerle doldu.
Dipçe:
Fatih Sultan Mehmed Han’ın edebi kimliğini öğrenmek ve şairliği hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler, İskender Pala’nın Şair Fatih: Avni kitabını okuyabilirler.
İsa BEADİN
Araştırmacı – Yazar
Evlâd-ı Fâtihan Dergisi Makedonya Temsilcisi
Bir yanıt bırakın