HİCRET RÛHU

 

“…Üzülme! Allah bizimle beraber…” (Tevbe 9/40)

Hicret, genel olarak gayr-i müslim ülkeden (dâru’l-harb) İslâm ülkesine (dâru’l-İslâm), özelde ise Hz. Peygamber’in (sas) ve Ashâb-ı Kirâm’ın (ra), vahyin tenezzül buyurduğu Mekke’den, bütün dünyaya taşındığı Medîne’ye göç etmeyi ifade eder.

Bilindiği gibi, Medine’ye göç eden müslümanlara “muhâcir”, Rasûl-i Ekrem’e ve muhâcirlere yardım eden Medineli müslümanlara da “ensâr” denir.

Lügatte “bir yerden ayrılmak, orayı terk etmek, ve orayla ilgisini kesmek” gibi anlamlara gelse ve literatürde “kişinin herhangi bir yerden ‘kalben’, ‘lisânen’ ve nihâyetinde ‘bedenen’ ayrılıp uzaklaşması” olarak tanımlansa da; hicret aslında bir kaçıştan ve(ya) kopuştan daha çok bir varıştır ve varılan yerle hemhâl olmaktır. Zira hicretin ikizi nusrettir ve varılan yerde Muhâcirleri ensâr beklemektedir. Diğer bir deyişle göç, hicrân olduğu kadar, gurbet olduğu kadar vuslattır. Yaradan’a vâsıl olmayan her hicret de asıl gurbet, asıl hicrândır.

Hicret, hemen bütün peygamberlerin (as) kadîm “sünnetidir”. Hz. Nûh, kendisini ve inananlarını kurtaracak bir gemi ile yurdunu terketmiştir (Hûd 11/36-39; vd.). Hz. İbrâhim, kavminin kendisini ateşe atma teşebbüsüne karşın, “doğrusu ben rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum” (Ankebût 29/26) demiş; önce Filistin’e, ardından Mısır’a göç etmiş ve nihâyet Ken‘ân diyarına yerleşmişti. Onunla beraber Hz. Lût, rabbinden aldığı emirle bir gece vakti müminlerle birlikte yurdundan çıkmış ve istenilen yere gitmişti (Hûd 11/80-81; Hicr 15/65). Hz. Şuayb de kendisine “Ey Şuayb! Kesinlikle seni ve seninle beraber iman edenleri memleketimizden çıkaracağız yahut dinimize döneceksiniz” (el-A‘râf 7/88) denilerek hicrete zorlanmıştı. Yine Hz. Mûsâ Allah’ın emriyle bir gece vakti Mısır’dan yola çıkarak İsrâiloğulları ile birlikte göç etmek zorunda kalmıştı. (Yûnus 10/90; Tâhâ 20/77-78; Şuarâ 26/52-67).

Hz. Muhammed (sas) zamanına gelindiğinde ise Müslümanların “ilk hicreti” Habeş’e, Peygamberimiz’in ilk hicrânı da sevgili kızı Rukıyye ile “iki nûr sahibi”, değerli damadı Osman’a olacak, Efendimiz de onları “Lût’tan -ve İbrâhim’den- sonra ailesiyle birlikte Allah’a ilk hicret edenlerdir” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, I/90; Hâkim, el-Müstedrek, IV/51) şeklinde tebcîl edecekti. Onlarla birlikte Ca‘fer b. Ebî Tâlib ile eşi Esmâ bint Umeys, Osman b. Maz‘ûn, Zübeyr b. Avvâm, Hâlid b. Saîd ile karısı Ümeyme bint Hâlid, Abdullah b. Cahş, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Mus‘ab b. Umeyr gibi, bir kısmı aşere-i mübeşşereden olan, güzîde sahâbîlerin de aralarında bulunduğu bir grup müslüman “ilk Muhâcirler” olacaklardı.

Daha sonra Hz. Peygamber, Zeyd b. Hârise ile Taif’e hicreti deneyecek, ama ne yazık ki Taif bu şerefin kıymetini bilemeyecek ve orada “En Sevgili Muhâcirin” Ninova’lı Addâs’tab başka “ensârı” olmayacaktı.

Beklenen ensâr ise Yesrib(liler) olacaktı. “Son Muhâcir’in”, “En Hayırlı Davetçi’nin” bu büyük yürüyüşü Mekke’den başlayacak, “Dolunay” Vedâ’ Tepesi’nden sadece Medîne’ye değil bütün kâinâta doğacak ve kâinât için “takvim” yeniden başlayacaktı. Yesrib Medîne’ye, insanlığın “zarar-ziyanı, bozgun ve kötülüğü” iyiliğe, kardeşliğe ve “medeniyete” evrilecekti.

Hicret Nedir?

Hicret herşeyden önce niyettir. “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Rasûlü’ne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlü’nedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa … ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir” (Buhârî, Bedu’l-Vahiy, 1; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd, 16).

 

Hicret, “Akabe’de bîat”, “Medîne’de muâhâttır”. Hicret, Medîne’de Sa’d b. Muâz misâfirperverliği, Mekke’de ölümü göze alacak Hz. Ali cesâreti, ve “evvel rafîk sonra tarîk” fehvâsınca her türlü tehlikeyi göze alıp “yol arkadaşı, yâr-ı gâr, yâr-ı sâdık” olacak Hz. Ebû Bekir sadâkati gerektirir.

Hicret bîattır. Bîat önce muâhede/sözleşme sonra da muâhât/kardeşliktir. Kardeşlik de paylaşmaktır: Evini-barkını, işini-aşını, ekmeğini-suyunu…

Hicret hürriyettir. Dâru’l-İslâm’dır; Kuba’dır, Rânûnâ’dır, “ilk Cuma’dır”.

Hicret fitne, nifak ve çatışmanın panzehiridir. Evs ile Hazrec’in düşmanlığını kardeşliğe evirmenin adıdır hicret.

Hicret dağdır, sığınılan; Cûdî’dir, Tûr-ı Sînâ’dır, Zeytin’dir, Hirâ’dır, Sevr’dir, Uhud’tur, Arafat’tır…

Hicret beled-i emîndir; Filistin’dir, Kudüs’tür, Sînâ’dır, Ken’ân’dır, Mekke’dir, Habeş’tir, Medîne’dir…

Hicret Şam’dır, Yemen’dir, Mısır’dır, Endülüs’tür, Mâverâünnehir’dir, Semerkand’tır, Buhârâdır, Konya’dır, Bursa’dır, Edirne’dir, İstanbul’dur, Üsküp’tür, Saraybosna’dır…

Hicret ön Asya’dır, Anadolu’dur, Rumeli’dir, Balkan’dır…

Bugünlerde ne yazık ki yeniden Şam’dır, Haleb’tir, İdlib’tir, Afrin’dir…

Hicret “yoldur. Şerîat da mezheb de tarîkat de “yoldur” ve yol hicret demektir. Yol varsa hicret, hicret varsa “yol” vardır. Hicret, “önce rafîk sonra tarîktir”, önce dostu sonra yolu seçmektir.

Hicret seferdir, Hakk’a seferdir. Hicret dünya(dan)dır, âhiret(e)dir. Müslüman dünyanın Muhâciridir, çağının, ülkesinin Muhâciridir. Göç, “şehâdeti dînin temeli ezanın her dâim ‘inleyeceği’ yurda” (M. Akif Ersoy) seferdir. “Gözün bayrak, kulağın ezan sesi aradığı ülkeyedir” (M. Emin Yurdakul) sefer.

Hicret takvimdir. Yeniden başlamaktır. Zamanı, mekânı, hayatı, medeniyeti yeniden kurmaktır.

Hicret tebliğidir. Âleme Hakk’ı ve hakîkati duyurmaktır.

Hicret gazâdır/cihâdtır. Nefse ve düşmana karşı mücâdeledir; kalbimizle, zihnimizle, dilimizle, elimizle, kılıcımızla…

Hicret fetihtir. “Fetih’ten önceki fetihtir”. Fetihten öncedir ve “Fetih’ten sonra hicret yoktur. Ancak cihâd ve niyet vardır…” (Dârimî, Siyer, 69; Tirmizî, Siyer, 33).

Hicret zaferdir. Zaferden önündedir ve sonundadır. Zaferden sonra Rabb’e yönelmek, O’nu tesbîh ve O’na istigfâr etmektir (Nasr 110/1-3).

Hicret hüzündür. Mabedi, Beytullah’ı/Allah’ın evini bırakmak zorunda kalmaktır.

Hicret sevinçtir öte yandan. “…Üzülme! Allah bizimle beraber…” (Tevbe 9/40) müjdesine, sekîneye ve görünmeyen ordularla desteklenmeye nâil olmaktır. Rabb’in “varılacak yere” mutlaka vardıracağını bilmektir (Kasas 28/85).

Hicret ibâdettir. Kendisi de, maksadı da, netîcesi de. Şehirde mescidi/mabedi ve şehrin kendisini yeniden inşâ ve imâr etmektir.

Hicret ilimdir. Okulu, Suffe’yi inşâdır.

Hicret Yesrib’i Medîne kılmaktır. Hicret, kulluğu, dîni, dünyayı, öte dünyayı… hâsılı hayatı yaşanılır kılmaktır. Zira Medîne, “dînin yaşandığı yer” demektir.

Gazâ da hicrettir, cihad da; zafer de hicrettir, yenilgi de; fetih de hicrettir, işgal de…

Hicret mübâdeledir. Balkanlar’dan Türkiye’ye. Mübâdele yalnızca nüfûsun değil ilmin, irfânın, ahlâkın… alışverişidir.

Hicret medeniyettir. Medîne’ye yani şehre ve medeniyete bir yoldur hicret. Tarih boyu öyle olmuştur: Göç, ya “yeni bir medeniyet” veyahut “medeniyette bir yenidir”.

Aslında hicret; kötüyü, çirkini, günahı, haramı… terk edip gönlü ve zihni arındırmaktır.

Muhâcir Kimdir?

Muhâcir, peygamberdir; Nûh’tur, İbrâhîmdir, Lût’tur, Şuayb’tir, Mûsâ’dır, Muhammed’tir (as).

Muhâcir, “Allah’a ve Rasûlü’ne hicret edendir…”; Cûdî’ye, Filistin’e, Mısır’a, Ken’ân’a… Ve Habeş’e, Tâif’e, Medîne’ye… Ve Asya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Rumeli’ne, oradan yine Anadolu’ya…

Gâzî de Muhâcirdir, fâtih de. Gâlip de Muhâcirdir, mağlûb da…

Muhacir “mültecidir”. Cesedi, “karaya vuran insanlık” nezdinde “petrole bulanmış karabatak” kadar etki bırak(tırıl)mamış olan Aylan Bebektir muhâcir. “Şehîd olup Cennet’e gitmek istiyorum, çünkü açım, orada ekmek var” ve “gidince herşeyi Allah’a anlatacağım” diyen Suriyeli çocuklardır.

Muhâcir yolcudur. Hakk’a yolcudur.

Muhâcir Hakk’ı arayandır, bulandır.

Muhâcir tebliğcidir. Hakk’ı duyurandır. Bizans’a-Heraklius’a giden Dıhye b. Halîfe’dir,  Fars’a-Kisrâ’ya giden Abdullah bin Huzâfe’dir, Habeş’e-Necâşî’ye giden Amr b. Ümeyye’dir, Mısır’a-Mukavkıs’a giden Hâtıb b. Ebî Beltea’dır…

Muhâcir mücâhidtir, gâzîdir, fâtihtir; Üsâme’dir, Hâlid b. Velîd’tir, Ebû Ubeyde’dir, Târık b. Ziyâd’tır, Alparslan’dır, Selahaddîn-i Eyyûbî’dir, Murâd-ı Hüdâvendigâr’dır, Fâtih Sultan Mehmed’tir, Yavuz Sultan Selim’dir…

 

Muhâcir muallimdir. “Allah beni muallim olarak göndermiştir” (İbn Mâce, Mukaddime, 229) diyendir (sas). Yemen’e giden Muâz, Medîne’ye giden Mus’ab’tır… Hadîs-i Şerîf’ler için rihleye düşenlerdir; Buhârî’dir, Müslim’dir, Tirmizî’dir, Ebû Dâvûd’tur, Nesâî’dir, İbn Mâce’dir…

 

Muhâcir talebedir. Ehl-i Suffe’dir; Ebû Hüreyre’dir, İbn Ömer’dir, İbn Mes‘ûd’tur…

 

Muhâcir derviştir; Hoca Ahmed Yesevî’dir, Yunus Emre’dir, Mevlânâ’dır, Hacı Bayrâm-ı Velî’dir, Hacı Bektâş-ı Velî’dir, Sarı Saltuk’tur, Gül Baba’dır…

 

Ve… Muhâcir, Evlâd-ı Fâtihân’dır. Önde(n) gidenlerdir, geride kalanlardır.

 

 

Aslında “muhâcir, Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahları terkeden kimsedir” (Buhârî, Îmân, 4; Ebû Dâvûd, Cihâd, 4; Vitir, 11).

 

*          *          *

 

Hicret dâimîdir ve istikâmet üzere yürümektir. Müslüman dâim Muhâcirdir; isyandan itaate, ilkten sona, dünyadan uhrâya, fânîden Bâkî’ye. Rafîk-i A’lâ’da son bulacak bir dâim göçtür hicret.

 

Hicret’in ikizi Nusret, Muhâcir’in Ensâr’dır. Ensâr olmak, “ilk Muhâcirler” peygamberlere (as); Hz. Nûh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Mûsâ’ya, Hz. Îsâ’ya (Saff 61/14), Hz. Muhammed’e, hâsılı “Allah’a yardım etmektir”. Ensâr olmak, Allah’a, elçilerine ve müminlerine yardımın aslında kendimize yardım olduğunu (Muhammed 47/7) bilmektir.

 

Ne demiştik: “Rûhun hicretini” başarabilirsek eğer, Allah bize “Hicret’in rûhunu da”, “hicret rûhunu da” nasîb eder.

Doç. Dr. Mustafa ŞENTÜRK

Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*