Vakıf anlayışının eski Arap kültürü, Babil, Roma, Uzakdoğu kültürleri veya eski Türkler kaynaklı olduğu tartışılsa da tarihe bu noktadan geriye doğru baktığımızda, menşei ve tarihi ne olursa olsun, Türk-İslâm Medeniyeti’nde başka hiçbir medeniyette olmadığı kadar bir vakıf kültürü oluşmuştur ve bu kültür dün olduğu gibi bugün de aynı canlılığını sürdürmektedir.
Vakıf, bir malın menfaatini Allah’ın (cc) kullarına tahsîs etmek, malın kendisini ise Allah’ın mülkü hükmünde saymak sûretiyle, temlîk ve temellükten ebediyen men etmek şeklinde tanımlanmıştır.
İslâm’da ilk vakıf uygulaması Hz. İbrâhîm’in (as) Kâbe’yi, Hz. Peygamber’in (sas) Kuba Mescidini ya da Muhayrık’ın mallarını onun vasiyeti ile tasadduk etmesi, Fedek ve Hayber arazileri ve fey gelirlerini vakfetmesine kadar uzanan çeşitli örnekler ile başlatılır.
Hz. Peygamber’in insanoğlunun ölümünden sonra kesilmeyecek amelleri olarak saydığı ‘cârî sadaka, faydalı bilgi ve sâlih evlâd’ hadîsinde[1] geçen ve İslâm medeniyetinde meşhur olan “sadaka-i câriye” ifadesinden, -h. 2. yy.’dan itbaren olsa gerek- vakıf anlaşılmış ve vakıf, sadaka-i câriye’nin bir şekli olarak kabul edilmiştir.
Sahabe’nin (ra) vakıf konusunda icmâ halinde bulunduğu dört halîfe ile Hz. Ali, Âişe ve Fâtıma gibi Ehl-i Beyt’in ve önde gelen Sahabe’nin vakıflarının bulunduğu ve böylece vakfın Kur’ân, Sünnet ve Sahabe’nin icmâıyla sâbit olduğu belirtilmiştir.
- Kur’ân-ı Kerîm’de Vakıf
Tefsîrlerde belirtildiğine göre “لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ… / (Allah yolunda) harcamadıkça ‘iyiye’ eremezsiniz…” âyeti[2] gelince; Ebû Talhâ’nın (33/654) çok sevdiği Beyrûha arazisini Allah yolunda bağışlama arzusunu Hz. Peygamber’e bildirdiği, Hz. Peygamber’in ona ‘aslını habsedip gelirini bağışlamasını’, özellikle de akrabalarına bağışlamasını tavsiye ettiği ve Ebû Talhâ’nın bu araziyi habs ve vakf ettiği belirtilir ve bu durum vakfetme olarak açıklanır.
Kur’ân’ın -vakfa delâletleri bize göre zannî de olsa- zekât ve sadaka, sâlih amel, hayır, ihsan, birr, ma’rûf, infâk, yetimi ve fakiri doyurmak gibi iyilik ve yardımlaşmayı âmir kavramları ile vakıf arasında bir ilişki kurulabilir.
- Kur’ân-ı Kerîm’de İyilik, Yardımlaşma ve Temel Bazı Kavramlar
Mutlak yardım ancak Allah katındandır[3] ve mutlak yardım istenecek olan sadece O’dur[4]; yardımcı olarak Allah yeter[5]. Mü’minler bu bilinçle mutlak olarak sadece Allah’tan yardım isterler[6]. Allah’ın peygamberlerine[7], dînine ve kullarına yardım ederler[8] ve Allah’ın yardımının bu şarta bağlı olduğunu[9] bilirler. Allah da bu şartlarda mü’minlere yardım etmeyi bizzat Kendisi üstlenmiştir[10]. Kur’ân insanlara kötülük ve zulüm üzere birbirlerine “arka çıkarak”[11] yardımlaşmayı değil, iyilik ve takvâ üzere yardımlaşmayı emretmiştir[12].
Allah inananların aralarındaki ilişkilerini Kur’ân’da kardeşlik/uhuvvet, dostluk/velâyet, yardımlaşma/nasr-intisâr/teâvün, barındırma/muâvât, diğerkâmlık/îsâr gibi kavramlar bağlamında anlatır. Buna göre mü’minler kardeştirler[13], birbirlerinin dostlarıdırlar[14], dostlukları da takvâ üzerinedir. Birbirlerini barındırırlar ve yardımlaşırlar[15], yardımlaşmaları da iyilik ve takvâ eksenlidir[16]. Savaş gibi çok güç durumlar karşısında kenetlenirler[17]. Kardeşlerini kendilerine tercih ederler[18]. Allah’ın hasta, aç-susuz kullarının dertleriyle ilgilenmenin, mecâzen Allah ile ilgilenmek olduğunu bilirler.
Mü’minler Allah için infâkın kendilerinin bir lütfu değil, kendilerine Allah tarafından verilmiş bir lütuf olduğu bilinci ile “ihtiyaç fazlasını”[19] infâk ederler. Onlar hayır ve iyilikte önde(r) olup[20], yardımlarını başa kakmazlar[21], Ensâr örneğindeki gibi verdiklerinden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler, kendileri muhtaç olsalar da kardeşlerini tercih ederler[22]. Üstelik hidâyetin Allah’ın elinde olduğu şuuruyla, infâk edecekleri kimselerin dînî inançlarını sorgulamazlar[23], sadece ihtiyaç durumunu gözetirler.
Kur’ân; zekât ve sadaka, sâlih amel, hayır, ihsan, birr, ma’rûf, infâk, yetimi ve fakiri doyurmak, güzel borç vermek/karz-ı hasen, köle âzâd etmek/fekkü rakabe gibi kavramlarla, Allah’ın yarattığı varlıklar için yardımlar yapılmasını teşvîk eder.
- Sâlih Amel/Yararlı İş
Her şeyden önce ve en geniş anlamıyla İslâm’ın dünya hayatında insandan beklediği şey, önce îmân sonra da îmânın şekillendirdiği sâlih ameldir. Kur’ân bu iki özelliğe sahip, yani îmânı ve amel-i sâlihi olan insanların yaratılmışların en hayırlıları olduğunu[24], eninde sonunda yeryüzüne bu kimselerin hâkim olacağını[25] ve ebedî âlemde cennete yerleştirileceklerini belirtir[26]. Kur’ân’da îmân ile birlikte çok sık atıf yapılan ve geniş bir anlam alanına sahip olan sâlih amel; kalbî, bedenî ve mâlî davranışlar olup kişinin hem dünyada hem de âhirette iyilerden olmasını sağlayacak olan iyi uygulamalarıdır. Başka bir ifadeyle inancının ilkelerini davranışlarına yansıtmak samimi bir niyetle Allah’ın rızasını gözetmek suretiyle, ferdin kendisine, toplumuna ve insanlığa faydalı olacak eylemlerde bulunmasıdır. Kur’ân’ın ifadesiyle insanlara faydalı olan şeyler ise yeryüzünde kalıcıdır[27]. Kısaca sâlih amel, “davranış yoluyla dışa yansıyan îmândır”.
- el-Bâkıyâtü’s-Sâlihât/Kalıcı Yararlı İşler
Kehf 18/46 ve Meryem 19/76. âyetlerde olmak üzere iki defa geçen “الباقيات الصالحات / kalıcı ameller” ifadesinden zikir, namaz, oruç, hac, zekât/sadaka, köle âzâd etme, cihâd, Allah’a bağlılık gibi dünya hayatından sonraya kalacak olan, sonu gelmeyecek olan, âhirete dönük bütün sâlih ameller ve Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapılan her şey anlaşılmıştır. “Allah’ı tanımaya, sevmeye ve O’na itaat etmeye çağıran; mâsivâya kaymadıkça yaratılmışların halleriyle ilgilenmeye çağıran söz ve davranışlar” şeklinde de anlaşılmıştır. Bu davranışları Allah’a ve yarattıklarına, bir diğer ifadeyle Yaradan’a ve yaradılmışlara karşı görevler olarak zikredebiliriz.
- Hayır
Hayır kelimesinin anlamlarını, Bakara Sûresi’nin 215. âyetinden hareketle; iyi, güzel, faydalı şeyler ve mal-mülk gibi “maddî ve manevî değerler” şeklinde iki ana başlıkta toplamak mümkün görünmektedir. Zira bu âyette iki defa tekrar edilen hayır kelimesinin “hayır infâk etme” şeklindeki ilkine maddî yardım, “hayır yapma” şeklinde ifade edilen ikincisine de Allah için yapılan iyilik anlamı verilmiştir.
Kur’ân, hayır yapmayı emreder[28] ve kişiye âhirette faydası olacak her türlü iyiliği hayır olarak niteler: “وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ / Önceden kendiniz için ne hayır yaparsanız Allah’ın katında onu bulacaksınız”[29] ifadesinde geçen hayır kelimesi “Allah’ın razı olduğu her türlü amel” şeklinde açıklanmıştır.
Kur’ân-ı Kerim, hadisler ve diğer İslâmî kaynaklarda, hayır kelimesinin başta malî fedakârlıklar olmak üzere her türlü yardımseverliği ifade eden anlam genişliğinde kullanılması ve müslümanların bu tarz eylemlere teşvik edilmesi, erken dönemlerden itibaren müslümanlar arasında güçlü bir dayanışma ruhu geliştirdiği gibi; çeşitli kişi ve kuruluşlarca başta vakıf müessesesi olmak üzere dârü’ş-şifa, dârü’l-eytam, dârü’l-aceze, dârü’ş-şafaka, imâret, sebil, köprü, câmi, mektep ve medrese gibi kamuya hizmet veren birçok hayır eserinin meydana getirilmesini sağlamıştır.
- İhsân/İyilik Yapma
Kur’ân-ı Kerîm’de ihsân kavramı hem Allah’a hem de insanlara nisbet edilir. Hem Allah’a hem de insanlara nispet edilen âyetlerde “yaptığı işi güzel yapmak”[30] ve “iyilik etmek”[31] anlamında kullanılmıştır. Allah Kur’ân’da mutlak olarak kullarından -O’nun kendilerine yaptığı gibi- diğer kullarına da ihsân/iyilik etmelerini ister[32].
Bu doğrultuda ihsânın, hilm erdeminden kaynaklanan bir anlayışla kişinin başta annesi ve babası olmak üzere yakınları, yetimler ve yoksullar karşısındaki cimrilikten uzak sevgiye dayalı özverili tutumunu ifade ettiği söylenebilir[33]. Daha ayrıntılı bir şekilde ifade etmek gerekirse ihsân, insanın hem Allah’a hem de yakın ve uzak çevresine, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında dînî vecîbelerin gerektirdiği adalet ölçüsünü de aşarak özverili ve erdemli olmasıdır denebilir.
- Birr/İyilik
Birr kavramını Bakara Sûresi 2/177. âyetten yardım alarak tanımlamak doğru bir yöntem olabilir. Zira söz konusu birr kelimesi âyette dînin sac ayağını oluşturan inanç, ibadet ve ahlâk ilkeleriyle açıklanmaktadır. İnanç esaslarına îmân ve ibadetin yanı sıra âyetin içeriğinde bulunan zekât, muhtaçlara yardım ve zorluklara sabır gibi bireysel ve toplumsal erdemler; ayrıca başka âyetlerde birr’in ana-babaya hürmet[34], infâk[35] ve adalet[36] gibi toplumsal değerlerle ilişkilendirildiği göz önüne alınırsa; “bütün taatler ve kişiyi Allah’a yakınlaştıran bütün hayırlı ameller” şeklindeki bütüncül açıklama dikkate değer bir yorum olarak karşımıza çıkar.
- Ma’rûf/İyilik
Kur’ân’da “iyiliği emretmek ve kötülüğe mâni olmak” şeklinde formüle edilen ve mü’minlerin bir özelliği olarak zikredilen[37] ilkesel iyilik yani ma’rûf, “dînen ve aklen iyi ve güzel olan, yerine getirildiğinde ferdin ve toplumun huzurunu sağlayan, ayrıca bütün insanların hayrına olacak hususları, onların faydaları doğrultusunda uygulayarak dünya ve âhiret saadetini kazandıracak tüm şeyler” olarak tanımlanabilir.
- İnfâk/Allah Yolunda Harcama Yapma
İnfâk, Allah’ın rızasını kazanmak için kişinin kendi malından harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması demektir.
Bakara Sûresi 261-274. âyetlerde infâkın önemi, amacı, hangi mallardan kimlere ve nasıl verileceği, karşılığında verilecek mükâfatlar ayrıntılı olarak açıklanmaktadır. Bu açıklamaları şu şekilde özetlemek mümkündür:
- a) İnfak riya ve gösterişten uzak; sadece Allah rızâsı için yapılmalıdır,
- b) İnfâk edilen kişinin onurunu zedeleyecek davranışlardan kaçınılmalıdır,
- c) İnfâk iyi ve kaliteli mallardan olmalıdır,
- d) İnfâk gerçek ihtiyaç sahiplerine yapılmalıdır,
- e) İnfakın dünya ve âhiret hayatında çok faydası vardır.
İnfak İslâm tarihinde de bu niyetlerle cihâd ve fütûhât, hac hizmetleri, yoksullara yardım, cami, okul, kütüphane, yol, köprü, çeşme, imârethane gibi hayır kurumlarının tesisi, hatta tabiatın korunup geliştirilmesine kadar çok çeşitli kamu hizmetleri için yapılan her türlü harcama Allah yolunda infâk kapsamında değerlendirilmiştir.
- Zekât ve Sadaka
İslâm’ın beş temel esasından biri olan ve infâkın çeşitlerinden bir vergi biçimi olmaktan daha önce, sadece son dîn İslâm’ın değil, bütün bir vahiy geleneğinin bir ibâdeti[38] olarak vaz’ edilen zekât, Kur’ân’da bir diğer ibâdet namazla birlikte çokça zikredilir[39].
Zekât, muhtaç ve yoksul kimselere ayrılması gereken bir pay[40], dahası bu kimselerin hakkıdır[41]. Hem de inisiyatifi zekâtı veren kimseye bırakılmamış, bizzat mülkün mutlak sahibi tarafından belirlenmiş hakkıdır[42]. Sadakadan farklı olarak zamanı ve hesabı belli, yerine getirilmediği takdirde cezâî müeyyidesi olan bir uygulamadır.
Kur’ân’da yer yer zekât için de kullanılan sadaka terimi[43] ise zekâtı da içine alabilecek şekilde, gönüllü olarak veya dînî bir vecîbeyi yerine getirmek üzere, ihtiyaç sahiplerine yapılan maddî yardım olarak tanımlanmıştır. Ancak sadaka teriminin literatürümüzde daha çok belirli bir vecîbe tarzında olmayan gönüllü bağış anlamında kullanıldığı da göz ardı edilmemelidir.
- İt’âm/Muhtaçları Doyurma
Yoksulu, yetimi ve esiri sadece Allah rızası için doyurmak, doyurdukları kimselerden herhangi bir karşılık ve teşekkür beklememek, Kur’ân’da ebrâr kavramıyla ifade edilen “iyi insanların”[44]; yine “zor bir iş/sarp bir yokuş” olarak tarif edilen köle âzâd etmek ve özellikle kıtlık durumunda yetimi ve hiçbir şeyi olmayan yoksulu doyurmak sağduyulu insanların bir özelliğidir[45]. Yetime ikrâm etmeyen, yoksulu doyurmayı teşvîk etmeyen kınanmış[46], yoksulu doyurma arzusu taşımayan ve en küçük bir yardımı bile engelleyen kimselerin ahiret inançları sorgulanmıştır[47]. İlâhî irâde tarafından kurban ibadetinin amaçlarından biri yoksulu doyurmak olarak belirlenmiştir[48]. Yine bilindiği gibi yemîn ve zıhâr kefareti ile ilgili olan had cezâlarının tazmîn yollarından biri yoksulu doyurmaktır[49].
- Karz-ı Hasen/Güzel Borç Verme
Kur’ân, bir çok âyette mecâzî bir anlatımla Allah’a güzel bir şekilde borç vermekten (karz-ı hasen) söz eder. Bu âyetlerde karz kelimesi zekât ve peygamberlere destek olmak[50], zekât ve hayır[51], infâk[52] ve de sadaka[53] ile irtibatlandırılır.
Yukarıda aktardığımız kullanımları göz önüne alındığında, Kur’ân’da “Allah’a güzel borç verme” şeklinde ifade edilen mecâzî karz-ı hasen ifadesi, Allah rızası için O’nun kullarından muhtaç kimselere verilen borcu da içine alabilecek şekilde, geniş anlamda “Allah yolunda yapılan harcama” olarak anlaşılabilir. Dînî literatürde de “bir kimseye tüketim amaçlı olarak para veya mislî eşya türündeki bir malı ödünç vermek” anlamında kullanılır.
Hz. Peygamber de müslüman kardeşinin dünya sıkıntılarını gideren bir kimsenin âhiret sıkıntılarının giderileceği ve kardeşine yardım edene Allah’ın yardım edeceği[54] şeklindeki müjdesiyle, güzel borç vermeyi sadakaya benzetir[55] ve ödünç vermenin dinî değerine dikkat çeker.
- Tahrîru Rakabe/Fekkü Rakabe/Köle Âzâd Etme
Kur’ân, Bakara 2/177. âyette köle ve esirlere hürriyetlerine kavuşturmak da dâhil maddî yardımda bulunmayı “gerçek iyilik” kapsamına almakla, bu durumda olanları gönüllü olarak hürriyetlerine kavuşturmayı teşvik etmiştir. Öte yandan Kur’ân’da hatâen adam öldürme[56], yemin[57] ve zıhâr[58] kefaretlerinde köle âzâdı şart koşulmuştur. İslâm hukûkunda birçok keffâret için köle âzâdı emredilmiş, hatta Kur’ân’ın ilgili hükmünden hareketle, bunun için zekât gelirlerinden ödenek ayrılmıştır.
Sonuç
Kur’ân’ın yukarıda aktardığımız sâlih amel, hayır, ihsân, birr, ma’rûf, infâk, yetimi ve fakiri doyurmak, güzel borç vermek/karz-ı hasen, köle âzâd etmek/fekkü rakabe gibi iyilik ve yardımlaşmayı tavsiye eden kavramları, dilimizde kullandığımız iyilik ve yardımlaşma kavramları gibi, anlam alanına sınırlama getirilmemiş olup kapsamlı terimlerdir. Bu terimler kesişen kümeler gibi, birbirlerinin anlam alanına giren ve bazen birbirleri yerine kullanılan terimlerdir. Bunlar evrensel değerler olup yorumları ve dolayısıyla uygulama biçimleri yer ve zaman şartlarına göre değişiklikler arz edebilir.
Zikredilen bu kavramların vakfa delâletleri bize göre zannî de olsa vakıf bütün bu teorik kavramları pratiğe aktarmak için yer ve zaman şartlarına göre genel olarak tarihte, özelde de İslâm Medeniyeti Tarihinde kurulan sağlam bir müessese ve seçilen bir yöntem olarak güzel bir yorumdur.
[1] Müslim, Vasıyye 14.
[2] Âl-i İmrân 3/92.
[3] Enfâl 8/10.
[4] Tevbe 9/116, Yûsuf 12/18, Enbiyâ 21/112.
[5] Furkan 25/31.
[6] Fâtiha 1/5.
[7] Mâide 5/12, A’râf 7/157, Fetih 48/9.
[8] Âl-i İmrân 3/52, Enfâl 8/72, 74, Hacc 22/40, Sâff 61/14.
[9] Muhammed 47/7.
[10] Rûm 30/47.
[11] Bakara 2/85.
[12] Mâide 5/2.
[13] Hucûrât 49/
[14] Enfâl 8/72, 75, Tevbe 9/71.
[15] Enfâl 8/72, 74, Şûrâ 42/39.
[16] Mâide 5/2.
[17] Saf 61/4.
[18] Haşr 59/9.
[19] Bakara 2/219.
[20] Vâkıa 56/10.
[21] Bakara 2/262, 263; vd.
[22] Haşr 59/9.
[23] Bakara 2/272.
[24] Beyyine 98/6-7.
[25] Nûr 24/55.
[26] Talâk 65/11.
[27] Ra’d 13/17.
[28] Enbiyâ 21/73, Hac 22/77.
[29] Bakara 2/110.
[30] Secde 32/7; Mü’min 40/64; Tegâbün 64/3; Kehf 18/104.
[31] Yûsuf 12/23, 100; Talâk 65/11; İsrâ 17/7.
[32] Kasas 28/77.
[33] Nisâ 4/36-37.
[34] Meryem 19/14, 32.
[35] Al-i İmran 3/92.
[36] Mümtehıne 60/8.
[37] Âl-i İmrân 3/110.
[38] Enbiyâ 21/73.
[39] Bakara 2/43, 83, 277; Nisâ 4/162; vd.
[40] En’âm 6/136 ve Nahl 16/56.
[41] Zâriyât 51/19.
[42] Meâric 70/24-25.
[43] Örneğin Tevbe 9/60, 103.
[44] İnsan 76/8-9.
[45] Beled 90/12-18.
[46] Fecr 89/17-18.
[47] Mâûn 107/3, 7, Nisâ 4/53.
[48] Hac 22/28, 36.
[49] Mâide 5/89; Mücadele 58/3.
[50] Mâide 5/12.
[51] Müzzemmil 73/20.
[52] Hadîd 57/10-11; Tegâbün 64/17.
[53] Hadîd 57/18.
[54] Buhârî, Mezâlim 3.
[55] İbn Mâce, Sadakat 19.
[56] Nisâ 4/92.
[57] Mâide 5/89.
[58] Mücâdele 58/3.
Bir yanıt bırakın