
Sultan Alparslan’ın 26 ağustos 1071 de başlattığı batıya doğru ilerleme ve genişleme hareketi, Viyana yenilgisiyle sona erdi. İkinci Viyana kuşatması Avrupa’daki Türk ilerleyişinin en son merhalesi, gerileme devrinin başlangıcı oldu. Bundan sonra Osmanlı imparatorluğu savunmada kaldı.
Osmanlı imparatorluğu 2. Viyana kuşatmasında Avrupa’yı bir defa daha karşısında birleşmiş olarak buldu. Fakat bu defa tarihinde ilk defa olarak birleşmiş Avrupa’yı yenememiş, yenilmiştir.
Bu yenilgi ve onu takip eden yenilgiler Türk’e pek ağır gelmiş, üzüntüsünü yanık türkülerde dile getirmiştir. Bugün de bu yenilgi ve bu türküler Türk’ün yüreğini yakmaktadır;
Akma tuna akma ben bir dertliyim
Yar peşinde koşan kara bahtlıyım.
Ne yazık ki Endülüs Emevi komutanı Abdurrahman’ül Gafıki’nin 732 de Puvatya savaşında başına gelenler, 1683 2. Viyana kuşatmasında Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın da başına gelmişti.
Merzifonlu 2. Viyana kuşatmasından sonra Belgrad’da idam edildi. Kesilen başı da Seng-i İbret (İbret Taşı)’te teşhir edildikten sonra Edirne’deki Sarıcapaşa Camii haziresine defnedildi. Mezar taşında şöyle yazar;
Ser-i Serdar-i Ekrem Sadr-ı Azam Mustafa Paşa
İdüp rihlet civarı evliyada eyledi me’va
Kusura yoğiken say-i gazada minvecih neva
Said-ü şehid oldu hem ola ber Firdevs ebed sükna. (Sene 1095)
Bugünkü Türkçesi;
Yüce Başkomutan Sadrazam Mustafa Paşa
Öbür dünyaya geçti evliyalara komşu oldu
Din uğruna yapılan savaşta hiçbir kusur yoktur
Allah’ın ihsanına layık bir şehit oldu
Firdevs cenneti sonuna dek kalacağı yer olsun. (Sene 1684)
Merzifonlu, “Tarihin gördüğü en ihtişamlı ordu ile” Edirne’den yola çıkarken, onu Viyana’da nasıl bir kaderin beklediğinden habersizdi. (Merzifonlu’nun yenilgisi üzerine Topkapı Sarayındaki muarızlarının çiftetelli oynadığı rivayet edilir.)
Viyana bozgunu Balkanlardaki sonun da başlangıcı oldu. Avrupa’daki izlerimiz kolay kolay silinemedi. 1950 yılına kadar Viyana’daki çan kulesi görevlisi, hala Osmanlı ordusunu gözetlemeye devam ediyordu. Bu tarihte toplanan Viyana belediye meclisi tehlikenin geçtiğini kabul ederek gözetleyicinin görevine son verdi.
Orta Avrupa’dan dönerken, yenilsek bile düşman kahramanlığımızı ve mertliğimizi kabul etti. Budapeşte kalesinin hemen altında bulunan son Budin Valisi Arnavut Abdi Paşa’nın mezar taşında söyle yazar;
“Son Budin Valisi Arnavut Abdi Paşa mert düşmandı, rahat uyu.”
1683 yılından sonra önce Batıdan sonra Kuzeyden toprak kaybetmeye devam ettik. Osmanlı’nın son dirayetli padişahı 2. Abdülhamit Han’ın çabaları da sonun gelmesini engelleyemedi. 1897 Dömeke muharebesi, 1915 Kutü’l Ammare zaferleri de sonucu değiştirmedi. Her şeye rağmen 1912 Balkan savaşı öncesi Edirne’den Adriyatik denizine Karadağ ve Kosova’ya kadar olan topraklar Osmanlı mülkü idi.
“Balkanlarda, bilhassa 93 harbinden sonra çekilen acılar birçok yazar ve ressama ilham kaynağı oldu. Plevne’den 40.000 esir, Rusya içlerine doğru yürüyerek götürülürken, bir Fransız ressam tarafından resmedildi. Bilhassa Eski Zağra müftüsü Raci Efendi’nin tarihçe-i vak’a-i Zara isimli eserinde geçen “Aziz-i vakt idik a’da zelil kıldı bizi” (Zamanın en muhterem insanları iken, düşman zelil kıldı bizi) cümlesi düştüğümüz hazin durumu özetlemektedir. Son yıllarda nüvvab müderrisi rahmetli Ahmet Davutoğlu hocanın anılarını yazdığı “Ölüm Daha Güzeldi”, yaşayan efsane Osman Kılıç’ın yazdığı “Kader Kurbanı” , Belene mağduru Mehmet Türker hocanın ömrünün 20 yılını belene kamplarında geçiren Turgut Adalı için yazdığı “Gölgedeki Adam” isimli eserleri yakın tarihimizde yaşanan zulme ışık tutmaktadır. “
Balkan savaşı sonrası mücadelemiz devam etti. 1. Balkan savaşında Edirne, İşkodra ve Yanya büyük kahramanlıklar gösterdi. 2. Balkan savaşı sonrası kurduğumuz Yunanlıların bile tanıdığı Batı Trakya Türk Cumhuriyeti (31 Ağustos 1913-25 Ekim 1913) ancak 3 ay dayanabildi.
Vahşi batı Midye-Enes hattını dayatmıştı bir kere. Bu hattın batısında kalan Edirne’yi bile sınırlarımıza dahil etmek büyük mücadelelerden sonra gerçekleşti.
Balkanlardaki kayıplarımız sadece toprak ve insan kaybı olarak kalmadı. Tapu senedi hükmündeki vakıf eserlerimiz de eski tebaamız olan devletlerin elinde tarumar edildi.
İstatistiki bir bilgi vermek gerekirse sadece Bulgaristan’daki vakıf kayıtlarına göre 5500 civarında vakıf eseri varken, bugün sadece 550 tanesinin yeri belli veya kullanılabilir vaziyettedir.
Bundan sonra Balkanlardaki insanımıza ve daha sonrada ecdad yadigarı vakıf eserlerine sahip çıkmak hepimizin görevidir.
Balkanlar denilince, Bulgaristan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak, bölgeye her zaman bir özlem duymuş ve geçmişi hüzünle yad etmişimdir. Evlad-ı Fatihan dergisinin bu duygularımıza tercüman olacağına inanıyor, başarılı çalışmalar temenni ediyorum.
Bir yanıt bırakın