“Biz, Sana apaçık bir fetih verdik…
Ve Allâh, Sana şanlı bir zafer verecektir…” (Fetih 48/1, 3)
Fetih, kelime anlamı itibarıyla, “açmaktır, yol göstermektir, hüküm vermektir, gâlib olmak ve zafere erişmektir”. Ancak gerçek manasını Fetih Sûresi ve “şehirlerin anası” Mekke’nin fethi ile kazanmıştır. Zira fetih “ilk başkent’in”, Mekke’nin fethidir ve Mekke fetihtir. Fetih, her şeyden önce kalbin fethi ve aydınlığıdır; o aydınlığın kaynağı da Cebel-i Nûr’da gelen Nûr’dur.
Fetih, “sürgün ülkelerin” kurtarılması, İslâm ile buluş(turul)masıdır: Medîne’dir, Kûfe’dir, Şam’dır, Bağdat’tır; Nişâbûr’dur, Re’y’dir, Isfahan’dır, Hemedân’dır, Merv’dir; Konya’dır; Bursa’dır, Edirne’dir, İstanbul’dur…
Fetih inşâdır; ilmin, ahlâkın, kültürün, zanâatın, sanatın, hâsılı hayatın, insanın ve medeniyetin inşâsıdır: Kudüs’tür, Kahire’dir, Kurtuba’dır, Saraybosna’dır, Semerkand’tır, Buhârâ’dır, Şîrâz’dır, Agra’dır, Cakarta’dır, Kuala Lumpur’dur…
Fetih kelimesinin Arapça asıllı olduğu malûmdur. Ancak fethin kendisinin “Türkçe” olduğunu söylesem, ya da ‘acaba başka hangi kelime bu kadar Türkçedir ki?!’ diye tersinden sorsam, ‘zira Araplar da dâhil başka hangi milletin tarihinde, hayatında ve edebiyâtında bu kadar yer etmiştir?!’ diye de eklesem, buna ne cevap verilir bilmem.
Fetih, bir dizi kuşatmaya rağmen kavuşamayınca, “Başkentler Başkenti’nin” aşka dönüşmesi ve “ya ben İstanbul’u ya İstanbul beni” anlayışıyla “gemilerin sadece karadan yürütülmesi” değil Fâtih gibi; aynı zamanda “yakılmasıdır” Târık gibi.
Fetih, Allah ile kulları arasındaki engelleri kaldırmaktır; işgâl değildir, istilâ değildir, sömürü hiç değildir, olmamıştır.
İşgâl değildir. Zira fetih “ele geçirmek” değil, “el vermektir”, fâtih “istenmeyen” değil “beklenendir”.
İstilâ değildir haçlılar gibi. Zira “sevgiliye” kavuşunca tecâvüz değildir “lâdinler” gibi. Çünkü “isyanbul” değildir, “İslâmbul’dur”.
Sömürü değildir Bizans gibi. Zira fetih “Bizans kalensüvesi ve(ya) kardinal külahındansa Osmanlı sarığını tercih etmektir”. Almak değil, vermektir fetih. Vergiyi merkeze “götürmek” değil, oraya-insana “getirmektir”; “yatırımdır”, inşâ, imar ve âbâd etmektir. Öyle olmuştur, olacaktır; ispatı tarihtir.
Fetih ölüm değildir, hayattır. Önce ruhların diriltilmesidir, sonra canın, malın, zihnin, neslin, şehrin… hâsılı “hayatın hayat bulmasıdır” fetih.
Fetih, hükümdür, en doğru hükmü vermektir. Fâtih de Hakk’ın ve haklının hakkını verendir. Allah “En Hayırlı Fâtih” (A’râf 7/89) ve “Alîm Fettâh’tır” (Sebe 34/26).
Fetih İslâm’dır, İslâm fetihtir. İslâm barıştır, esenliktir, huzurdur… Müslüman da fâtihtir, “insanların kendisinden emîn olduğu ve hiçbir şekilde zarar görmediği kimsedir”.
…
Her şeyden önce semâvât-ü arz’ın berekâtını fethetmek gerek. Bunun için de îmân ve takvâ (A’râf 7/96).
Fetih, Allah’a, O’nun dînine, habîbi’ne (sas) ve kullarına “yardım etmektir”. Allah’a yardım edersek O’nun da bize yardım edeceğini (Muhammed 47/7) bilmektir. Zira Allah Kendi(dîni)ne yardım edene mutlaka yardım eder (Hac 22/40). Zira ki, Allah “Mü’minlere” yardımı Kendine bir “görev” addetmiştir (Rûm 30/47)… Ve Allah kime yardım ederse ona gâlib gelecek yoktur (Âl-i İmrân 3/160)
…
Fetih; geçmiştir, ândır, gelecektir. Sadece geçmiş değildir, geçmişi ya da geçmişte yaşamak da değildir. Fetih gelecektir, geleceği sadece düşlemek değil kurmaktır aynı zamanda. Bunun için de fetih, ânı yaşamak ve kurmaktır. Hülâsa fetih; geçmişi, ânı ve geleceği “açmaktır”.
Tarihimizi ve hâfızamızı, zihnimizi ve gönlümüzü… hâsılı “kendimizi” fethetmektir, önce lâzım olan. En büyük varlığın ve darlığın, çokluğun ve yokluğun insan olduğunu, “insanı(n engelini) açmak” olduğunu bilmektir önce “fethetmemiz” gereken. Adâlet Pîri Ömer (ra) gibi düşünmektir, “Ebû Ubeyde, Muâz ve Huzeyfe gibi bir oda dolusu ‘fetih rûhlu’ adamdır” bize lâzım olan.
Önsöz de ensöz de sonsöz de şu: “Rûhun fethini” başarabilirsek eğer, Allah bize “fethin rûhunu da” “fetih rûhunu da” nasîb eder.
Allah’ın yardımı ve fetih “hep” yakındır (Saff 61/13), bilene…
Ve… O ân, yani,
“Allah’ın yardımı/zaferi ve fetih geldiğinde,
İnsanların dalga dalga Allah’ın dînine girdiklerini gördüğünde,
Rabbini hamd ile tesbîh et ve (fethi kendinden bilme ihtimâline karşın) O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir” (Nasr 110/1-3).
Bir yanıt bırakın