Evlad-ı Fatihan’ın Son Torunları: Balkan Türklüğü ve Türkiye

Balkanlar ve Türklük” birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Çünkü Türkler Balkan coğrafyasına Miladi V. Asırdan itibaren yerleşmeye başladılar ve bu mütemadiyen devam etti. Bugün Balkanlar üzerine yapılan araştırmalar ilk yerleşen Türk kavimlerinin kültürel kalıntılarına ve son temsilcileri olan halklara işaret etmektedir.Balkanlar ve Türklük” birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Çünkü Türkler Balkan coğrafyasına Miladi V. Asırdan itibaren yerleşmeye başladılar ve bu mütemadiyen devam etti. Bugün Balkanlar üzerine yapılan araştırmalar ilk yerleşen Türk kavimlerinin kültürel kalıntılarına ve son temsilcileri olan halklara işaret etmektedir.HunlarAvarlarBulgarlarKumanlarBunların bakiyeleri olarak günümüzde Trakya ve Balkanlarda yaşayan “Pomaklar”.
Bununla beraber Balkanların Türkler tarafından ebedi yurtları olmasını sağlayan fetihleri Osmanlı döneminde gerçekleşmiştir. Osmanlıların 1354’te Rumeli’ye geçişlerini müteakiben kısa sürede bütün Balkan coğrafyasının fethi gerçekleşmiş ve Anadolu’nu muhtelif yerlerinden getirilen Türklerle bölgenin Türkleşmesi ve vatanlaşması sağlanmıştır. Bunda 1361’de Edirne’nin, 1453’te de İstanbul’un fethinin ve her iki şehrin payitaht olarak seçilmesinin önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Türkler, Balkanlarda sadece toprak fethederek kalmadılar, gönülleri de fethettiler. Bunun sonucu olarak tarihsel sürecin Balkan coğrafyasına bir mirası olan çok kültürlü ve kimlikli yapılar uzun yıllar “Pax-Ottomana” denilen “Osmanlı barışı ve refahı” içerisinde yaşadılar. Bunda Balkanları fetheden kavmin “hoşgörü medeniyetinin bir temsilcisi” olmasının etkisinin yanı sıra, fethedilen kavimlerin fatihleri ile beraber yaşama isteklerine olan katkıları da yadsınamaz. İşte bu “beraber yaşama kültürü” dediğimiz sürdürülebilir barış ve huzur ortamı, Balkanlardaki çok dinli, çok mezhepli, çok kültürlü etnik yapıları uzun süre birbirleri ile kavga etmeden bir arada tutabilmiştir.   XIX. yüzyıl ikinci yarısı ve XX. yüzyılın ilk çeyreği Türklerin Balkan topraklarını kaybettiği dönemdir.  Bu dönemde Balkanlılar başta Müslümanlar olmak üzere büyük acılar yaşadılar. Bu acıların temelinde isyanlar, savaşlar ve bunlara bağlı göçler vardır. Eskilerin tabiri ile 93 Harbi, yenilerin veya tarihin dili ile 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı bu acıların yaşanmasında önemli bir dönüm noktasıdır. Bu savaş ile Osmanlı devleti Rumeli’de önemli bir toprak kaybı yaşamış, Makedonya, Batı Trakya ve Güney Bulgaristan haricindeki Balkan vilayetlerini yitirmiştir. Nitekim 1912-13 Balkan savaşı ile de Edirne hariç geri kalan topraklarda Türklerin elinden çıkmıştır.  Balkanlardaki Türk siyasi hakimiyeti sona ermişse de bölgede kalan kesif Türk ve Müslüman nüfusu dolayısı ile Türk kültürü ve dili yaşamaya devam etmiştir. Bütün asimilasyon ve göç ettirme faaliyetlerine rağmen gününüzde Balkan coğrafyasında Türklüğün varlığı kendini hissettirmektedir.
Balkan Türklerinin ve Müslümanlarının acıları bu hadiselerle sınırlı kalmadı. Mübadele Antlaşması denilen zorunlu göç ile Yunanistan’da yaşayan onbinlerce Türk ve Müslüman yüzyıllardır yaşadıkları vatan topraklarından koparıldı. Yugoslavya’nın kurulduğu dönemde ve Bulgaristan’da rejim uygulamalarına bağlı olarak gerçekleşen ardıl antlaşmalarla binlerce Türk ve Müslüman Türkiye’ye göç ettirildi. Sovyetlerin dağılma sürecine bağlı olarak başta Bulgaristan olmak üzere, dağılan Yugoslavya topraklarında Türk ve Türklüğün Balkanlardaki varlığının eseri olan Müslümanlar bir kez daha derin acılar yaşadılar, katledildiler, evlerinden ve yaşadıkları topraklarından atıldılar, adları değiştirildi ve zorunlu göçe tabi tutuldular. Bununla beraber devam eden bazı baskılara rağmen bu acılar geride kaldı, balkanlar yeniden barış ve huzura kavuştu.
Devam eden bazı sorunlara rağmen günümüzde Balkan devletleri ile Türkiye’nin pek çok alanda iyi ilişkiler içerisinde olduğu gözlenmektedir. Bu iyi ilişkiler daha da geliştirilmeli ve Türkiye’nin Balkanlarda kuracağı köprüler vasıtasıyla Balkan Türklüğünün başta kültürel ve ekonomik gelişmişliği sağlanmalıdır. Aksi takdirde geçmişte yaşanan baskı, şiddet ve korku kaynaklı zorunlu göçler gibi, günümüzde ekonomik kaynaklı göçler yaşanmaya devam edecektir. Bunun en çarpıcı örneklerini Bulgaristan ve dağılan Yugoslavya topraklarında kurulan yeni ülkelerde yaşayan genç Türk ve Müslüman nüfusun iş aramak maksadıyla Avrupa ülkelerine göç etmeleri oluşturmaktadır. Bu ülkelerde özellikle kırsal alanlar terk edilmiş görünümü vermektedir.
Tarihsel süreç dolayısı ile Türkiye’nin Balkan ülkelerinde izleyeceği politikalarda hassasiyetle üzerinde durması gereken hususlar vardır. Türkiye, “Bölgesel sahiplenme” ve “kapsayıcılık” ilkelerini gözeterek, bölge ülkeleri arasında “ortak çıkar alanları” yaratılarak mevcut işbirliğinin hızlandırılması ve kapsamlı bir bölgesel entegrasyonun sağlanmasını hedefleyen Balkan politikasını şu dört ana eksen üzerinde kurgulamalıdır. 1. Üst düzeyli siyasi diyalog, 2. Herkes için güvenlik, 3. Aazami ekonomik entegrasyon 4. Bölgedeki çok etnikli, çok kültürlü, çok dinli toplumsal yapıların korunması
Bilindiği gibi Türkiye ve Balkan ülkeleri halkları arasında tarihsel ve kültürel güçlü bağlar bulunmaktadır. Bir bölge ülkesi olması hasebiyle Türkiye, Balkan ülkeleri ile ikili ilişkilerine büyük önem vermektedir. Bu öneme binaen ikili ilişkilerin zedelenmemesi ve daha ileriye götürülmesi bakımından bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama prensipleri karşılıklı olarak esas alınmalıdır. Bu çerçevede Balkan Türklüğü ve Müslümanlarının başta kültürel ve ekonomik gelişmişliğinin sağlanması gerekir. Bunun için başta Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları olmak üzere belediyelere ve bölge üniversiteleri -bunlar arasında bir Balkan Üniversitesi kimliği bulunan Trakya Üniversitesi’nin ayrıcalıklı bir yeri mevcuttur-, (TİKA) Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, (YEE) Yunus Emre Enstitüsü, (YTB) Yurtdışı Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi devlet kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir.  Balkanlara gerçekleştirdiğimiz seyahatler neticesinde bu anlamda güzel gelişmeler olduğunu gözlemlemekteyiz. Balkan Sanayi ve İşadamları Derneği (Balkansiad) Balkan ülkelerinde çeşitli toplantılar yaparak ekonomik işbirliğinin önünü açmış; bu güne kadar Bulgaristan, Yunanistan, Kosova, Makedonya, Bosna Hersek, Karadağ ve Romanya olmak üzere yedi adet “ekonomi zirve”si gerçekleştirilmiştir.
Başta Bursa ve İstanbul olmak üzere Balkan göçmenlerinin yaşadığı çok sayıda belediye Balkanlar ile kültür köprüsü oluşturmuş durumdadır. Belediyelerin faaliyetleri daha ziyade kardeş kentler, ramazan ayı etkinlikleri, gençlik toplantıları ve ortak şenlikler şeklinde yürütülmektedir.
Trakya Üniversitesi’nin önderliğinde Balkan Üniversiteleri Birliği kurulmuş ve bu çerçevede çeşitli alanlarda işbirliği yapılmaktadır. Bunun ilk meyveleri eğitim, spor ve tarım alanında gerçekleştirilen kongre ve etkinliklerin düzenlenmesi şeklinde olmuştur.
Ayrıca STK’lar Balkanlara yönelik çeşitli projeler üreterek, gerçekleştirdikleri etkinliklerle Balkanlardaki kardeşlik duygularını pekiştirmektedirler.
Devlet kuruluşları da bu konuda aktif görev almaktadır. Yurtdışı Türkler Başkanlığı (YTB), farklı ülke ve topluluklar arasında sosyal, kültürel, akademik, mesleki ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, benzer alanlarda faaliyet gösteren kurum, kuruluş ve kişilerin iletişim, işbirliği ve kapasitelerinin artırılması amacıyla kültürel değişim programları yürütülmektedir. Bu doğrultuda araştırma ve yayınların desteklenmesi ve kültürel değişim programları çerçevesinde soydaş ve akraba topluluklar coğrafyasından gelen öğrencilerin ülkemiz ile etkileşimlerinin geliştirilmesine katkı sağlanmaktadır. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA)’nın bölgede eğitim, sağlık ve alt-yapı konusunda Balkan halklarının kardeşliğini sağlama noktasında önemli destek ve yatırımları vardır. Yunus Emre Enstitüsü, 28 ülkede açtığı 36 dil merkezi ile bu konuda öncü konumdadır. Yunus Emre Enstitü (YEE), 36 dil merkezinin 11’ini Balkanlar’da açmıştır. Yunus Emre Enstitüsü’nün Balkanlarda açtığı merkezlerden de anlaşılacağı üzere yabancı dil olarak Türkçe öğretiminin yoğunlaştığı coğrafyaların başında Balkanlar gelmektedir.
Ancak hiçbir zaman yapılanlar yeterli değildir. Bu kurum ve kuruluşların modern çağın “derviş kolonizatörleri veya alperenleri” anlayışı ile koordinasyon içerisinde daha iyi şeyler yapabileceklerine inanıyor ve yapılanları da önemsiyoruz.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*