1. Evlâd-ı Fâtihan Kimlerdir?1. Evlâd-ı Fâtihan Kimlerdir?
Rumeli’deki Müslüman-Türk varlığı, şüphesiz Osmanlı Döneminin fetihler devrinde buraya çeşitli sebeplerle göç ettirilen Türk gruplarla başlamıştır. Her ne kadar Osmanlı Türkleri gelmeden evvel buralarda; Kuman, Peçenek, Uz, Hun, Avar ve daha sonraları Sarı Saltıkla gelen Türkler bulunmuş olsa da, Rumeli’deki kalıcı Türk varlığı Osmanlı döneminde yapılan çeşitli fetihler neticesinde Anadolu’dan Osmanlı Türkleri ve onlara bağlı birçok grubun gelmesiyle oluşmuştur. Türklerin; Rumeli diye isimlendirdikleri Balkanlar veya Güneydoğu Avrupa toprakları, Osmanlı döneminin daha ilk yüzyılından itibaren çok kabiliyetli kumandanlar, kahraman askerler ve aşk ehli dervişler eliyle fethedilmeye başlayıp Müslüman Türk vatanı haline getirildi. “Fetih”, Arapça “ فتح – feth=açma”, “فتح-feteha=açtı”, “fâtih” ise, Arapça ism-i fail (özne) olup “فاتح – fâtih=açan, fetheden” manasına gelmektedir. Rumeli’ye ilk ayak basan bu öncüler, buraları bize açmış ve vatan toprağı kılmışlardır. Allah yolunda gaza ve cihad niyetiyle Anadolu’dan Rumeli’ye geçip dîn-i mübîn uğruna hizmette bulunan bu kahraman kumandan ve askerlere ve onların soyundan gelenlere daha sonra “fâtihlerin evlatları” manasına gelen Evlâd-ı Fâtihân adı verilmiştir .Genel olarak Rumeli’nin fethi sırasında Anadolu’dan göç ettirilip bu bölgeye iskân edilen Türkleri ifade eden Evlad-ı Fâtihân tabiri, Osmanlı döneminde özel bir teşkilat altına alınmış olan Türkmen veya Yörük grupları için XVII. yüzyıl sonlarında kullanılmaya başlanmıştır. Bulundukları yerlerin adıyla anılan bu Yörük gruplarının belli başlıları Ofçabolu Yörükleri, Selanik Yörükleri, Vize Yörükleri, Naldöken Yörükleri, Tanrıdağı (Karagöz) Yörükleri, Kocacık Yörükleridir. Bunlarla ilgili sayım niteliği taşıyan ve teşkilatlarının yapısını gösteren defterler bile tutulmuştur. Batıya yönelik fetihlerin ilerlemesiyle birlikte Rumeli’ye nakledilen Yörüklerin sayıları giderek artmıştır. Bu sebeple bunlar askeri bir teşkilata bağlanarak ayrı bir kanun ve nizama tabi tutulmuşlardır. XVII. yüzyıldan itibaren Yörükler dağılmaya, ocak nizamları bozulmaya başlamıştır. İkinci Viyana Kuşatması’ndan sonra başlayan savaşlar sırasında Yörüklerin bu durumu daha belirgin bir hale geldi. Kötüye giden savaş ortamı içinde fetih ruhunu yeniden canlandırma ve insan gücü elde etme maksadıyla 1691 yılında Yörük grupları, atalarının Rumeli’nin fethinde oynadıkları rolden dolayı Evlâd-ı Fâtihân adı altında Rumeli’nin sağ, sol ve orta kolunda yeniden teşkilatlandırılmıştır. Daha sonra çeşitli belgelerde, eskiden beri Osmanlı Devleti’nin savaşçı bir yapıya sahip, devlete sadık askerlerinden olan ve savaşlarda büyük yararlıkları görülen, Anadolu’dan Rumeli’ye geçip burada vatan tutmuş bulunan Türkmenlerin evladı olduklarına temas edilen Yörük grupları için Evlâd-ı Fatihan adı sık sık kullanılmaya başlanmıştır . Evlad-ı fâtihân teşkilatı, varlığını XIX. yüzyıl ortalarına kadar devam ettirmiş ve bu sırada yeni düzenlemeler de gerçekleştirilmiştir. Nitekim 1846 tarihli bir belgede, Evlâd-ı Fâtihân’ın imtiyazlarının askeri hizmet karşılığı olduğu, Tanzimat Fermanı hükümlerine göre askerliğin bütün halka teşmil edildiği, bu sebeple istisnai muameleye gerek kalmadığından çeribaşılığın kaldırılması ve maaşlarının kesilerek Evlâd-ı Fâtihân hakkında da diğer ahali gibi davranılması gerektiği belirtilmişti .Osmanlı’nın Rumeli ordusu, profesyonel asker olan yeniçeri, akıncı, azabân (azaplar) sınıfları dışında şu kısımlardan meydana geliyordu:a. Sağkol, Ortakol, Solkol Timar askerleri (eşkinciler)b. Evlâd-ı Fâtihân Bayrakları (Rumeli Yörükânı Ocakları)c. Türk Uşaklarıd. Arnavud UşaklarıEvlâd-ı Fâtihân, Rumeli’yi fetheden gazilerin soyundan geldikleri için soy olarak asker sayılır, dedelerinden kendilerine geçen mülkleri bulunurdu. Sefere iştirak edenlere dirlikler ve belli miktarda maaş verilirdi. Sefere iştirak etmek, hem bir şeref, hem de bir geçim kapısıydı. Evlâd-ı Fâtihân bazı vergilerden muaf tutulurlardı. Evlâd-ı Fâtihân Ocakları denilen Rumeli Yörükleri, her biri yüz kişiden meydana gelen “bayraklar” teşkil ederek sefere katılırlardı.“Türk Uşakları”, fetihler dönemi kapandıktan sonra, herhangi bir şekilde Rumeli’ye geçirilip, iskâna tabi tutulmuş Türk halkıydı. Bunlar da, asker sayılır, belli zamanlarda, eğitimlere alınır, hudut boylarındaki, derbendlerdeki kale ve palangalara ve şehirlere muhafız asker olarak gönderilirlerdi. “Türk Uşakları” da, “Yörükân” gibi normal askerlik görevleri dışında, sefere çağrıldıklarında “bayraklar” halinde sefere katılırlardı.“Arnavud Uşakları” da, sadece Müslüman Arnavutlardan meydana getirilen askerlerdi. Bunlar da, seferlere iştirak ettikleri gibi, genelde kale muhafızlığı, eşkıya takipçiliği ve derbend bekçiliği gibi görevlerde istihdam edilirlerdi .
Özel manasıyla askerî bir teşkilatı ifade eden “Evlâd-ı Fâtihân” tabiri, genel manasıyla “Rumeli topraklarına yepyeni bir hayat, bir canlılık, o devre göre çok modern, insancıl bir yönetim ve adalet anlayışı ile gelen fâtihler ile bu fatih neslinden gelen, herhangi bir baskıya başvurmadan, katliam yapmadan Rumeli’ye yerleşip buraları şenlendiren evlatlar”ı ifade etmektedir. Rumeli’yi “ilâ-yı kelimetullah” aşkına fetheden Osmanlı ecdadı ve buralara gelen Türkler, bu topraklarda tamamen askerî bir düzen ve yapıda yerleştiler ve yaşadılar. Türkler, diğer bütün güçlü milletler gibi fethettikleri yerlere, emperyalist amaçlarla değil, vatan edinmek için gelip yerleştiler ve kısa bir zamanda buraları vatan haline getirdiler .
2. Evlâd-ı Fâtihân’ın Rumeli Fetihleri ve Rumeli’yi Vatan Edinmeleri
Rum ili veya yaygın şekliyle Rumeli, işte bu Evlâd-ı Fâtihânın maddî ve manevî fetihleri neticesinde Osmanlılarca vatan edinilmiş Balkan topraklarının bir diğer adıdır. Önceleri bütün Anadolu topraklarını ifade etmek için kullanılan ve “Rum, Bizans diyarı” manasına gelen Rumeli, daha sonraları Osmanlı’nın Edirne’den başlayarak dönemin serhat eyaleti Bosna-Hersek’e kadar Balkanlarda, yani Güneydoğu Avrupa’daki toprakların tümünü ifade eden coğrafî bir isim olmuştur. Bizanslılar’ın kendileri ve ülkeleri için kullandıkları Romaioi, Romania kelimeleri İslâm dünyasında onların Rum, Doğu Roma İmparatorluğu ülkesinin de “bilâdü’r-Rûm” veya “memleketü’r-Rûm” şeklinde tanınmasına yol açmış, bu tabirler, Anadolu’nun Türk-İslâm hâkimiyeti altına girmesinden sonra Rum ismiyle Bizans idaresinde bulunmuş Anadolu’yu gösteren bir coğrafî ad olarak yaygınlaşmıştır. Batılı seyyahlar, XIII. yüzyılda Türkler’in idaresindeki Anadolu’ya Turquemenie (Turquie) ve Bizans İmparatorluğu’na tâbi yerlere Romanie (Romania) diyorlardı. Nihayet bu tabir, daha ziyade Ortodoks Yunan mezhebinin hâkim bulunduğu Balkan yarımadasını ifade etmeye başladı. Osmanlı Türkleri, Balkanlar için Rum-ili adını Romania’dan aldılar ve Anadolu’ya karşı denizin ötesinde Bizanslılar’dan fethettikleri bölgeler için kullandılar . Orhan Gazi zamanında Süleyman Paşa’nın 1356 yılında sallarla Gelibolu’ya geçip Çipme Kalesinde bir miktar kuvvet bırakmasıyla Evlâd-ı Fâtihân’ın (Türklerin) Rumeli fetihleri başlamış oldu. Süleyman Paşa, daha sonra Malkara, Keşan ve Çorlu’yu alarak Rumeli’deki Trakya fetihlerine devam etmiştir. Lala Şahin Paşa ile Karesi Beyliğinden Osmanlı Hizmetine geçmiş olan Hacı İlbeyi, Evrenuz, Lala Şahin Paşa, Gazi Fazıl ve Yakup Ece gibi beyler, bu erken dönemde Süleyman Paşa ile birlikte Rumeli-Trakya fetihlerine devam eden evlâd-ı fâtihandandır . Nitekim, 1360’lı yıllarda Evrenuz Bey daha önce alınıp elden çıkmış Malkara ve ilk defa olarak İpsala’yı, Hacı İlbeyi Dedeağacı (Megri-Makrı) kasaba ve limanını ve Dimetoka’yı ; İpsala doğumlu Ebu’l-Hayr-i Rûmî’nin kaleme aldığı Saltıknâme’de Sarı Saltık’ın ağzından “Kim bütün Rumeli’yi fethetmek istiyorsa Edirne’de konaklasın. Kim küffâr ve düşmanı yok etmek istiyorsa Edirne’de kala çünki gazi ocağıdır. Gaza için daha iyi yer yoktur. Bu dünya yüzüğe benzer; Rumeli yüzüğün mührü olup bu yüzüğün merkezi Edirne’dir. Bu Rumeli, parmağındaki yüzük gibi kimde ise, yüzüğünün merkezi, yani payitaht burası olmalı. Burası Rumeli’nin harimdir” şeklinde övdüğü Trakya başkenti Edirne’yi ise, Lala Şahin Paşa 1361 yılında fethetmiştir. Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna koyduktan sonra beylerbeyi Lala Şahin Paşa’yı burada bırakarak kendisi Dimetoka’ya gitti ve bir müddet için orasını kendisine karargâh yaptı; orada bir cami ile kendisine bir saray yaptırdı . Edirne’nin fethinden sonra, Gazi Evrenuz Bey 1363 yılında Batı Trakya’daki Gümülcine’yi, Lala Şahin Paşa ise 1364’te Bulgaristan’daki Filibe (Plovdiv)’yi fethedip Osmanlı topraklarına katmıştır .Sultan Murad, 1363’te Cenevizlilere altmış bin altın navlun vermek suretiyle önemli sayıda Türk göçmenini Anadolu’dan Trakya’ya naklettirmiştir . Bu şekilde Anadolu’dan Rumeli’ye ilk evlâd-ı fâtihân grupları yerleştirilmiş oldu. 1364’te Edirne’nin batısında Meriç nehri önünde meydana gelen ve Osmanlı tarihinde Sırp sındığı denilen muharebeden elde edilen zaferden sonra Sultan Murad, 1365’te muharebe icabı Osmanlı Devleti’nin merkezini Edirne’ye naklettirdi ve Edirne şehri saray, cami, medrese ve sair ilmî ve içtimaî müesseselerle süslenmeğe başladı . Edirne artık bu tarihten itibaren Osmanlı Devletinin başkenti olarak Rumeli fetihlerinin yönetildiği merkezî karargâh olmuş ve bundan sonra İstanbul fethine kadar, İstanbul dâhil olmak üzere Rumeli’deki şehir ve kasabaların fetihleri Edirne’den yönetilmiştir. Dolayısıyla bundan sonra Edirne Evlâd-ı Fâtihân’ın merkezi haline gelmiştir denilebilir. Evlâd-ı Fâtihân’ın ilkleri arasında yer alan Kara Ali Bey oğlu Timurtaş Paşa, 1367’de bugün Bulgaristan’ın güneyinde Yunanistan sınırında yer alan Kırcaali iline bağlı Kızılağaç (Bulgarca: Kirkovo)’ı Bulgarlardan; Lalal Şahin Paşa ise, bugün Bulgaristan’ın Smolyan ilinde bir şehir ve belediye olan İhtiman ile Sofya’nın güneyindeki Samakov’u aldı. Bir sene sonra yani 1368’de bizzat Sultan Murad Balkan dağlarının güneyinde Burgaz yakınındaki Bulgarlara ait Aydos’tan başlayarak Karinabad (Bulgarca: Karnobat), Süzebolu (Sözepoli/İşepol) (Bulgarcası: Sozopol) ve daha sonra Bizanslıların idaresindeki Hayrabolu’yu ve 1369’da Pınarhisar ve Vize’yi aldı ve evvelce zapt edilip sonradan elden çıkmış olan Kırkkilise (Kırklareli)’yi de tekrar aldıktan sonra Doğu Trakya fütuhatını tamamlamış oldu . Evlâd-ı Fâtihân, Doğu Trakya fütuhatını tamamladıktan sonra gözlerini Batı Trakya ve Makedonya topraklarına çevirmişlerdir. Nitekim 1372’de gerçekleştirilen İkinci Çirmen veya Meriç muharebesiyle Batı Trakya ve Makedonya’daki Sırp Devleti kuvvetlerini dağıtmış olan Osmanlıların bu başarıları, evlâd-ı fâtihâna Makedonya ticaret yollarını açmıştır. Bu muharebe neticesinde 1372 yılında Gazi Evrenuz Bey kuvvetleri, Gümülcine’yi ikinci defa aldıktan başka Borla (Gümülcine’nin batısında) İskeçe ve Marolye (Maroniye)’yi; Kara Halil –ki vezir olduktan sonra kendisine Hayreddin Paşa denilmiştir- Kavala, Drama, Zihne ile Makedonya Sırp Krallığının önemli şehirlerinden olan Serez ve daha sonra Karaferye’yi aldı . Bu tarihten sonra Serez ve havalisine Anadolu taraflarından aşiret kuvvetleri getirilerek yerleştirildi ve Evrenuz Bey, uç itibar edilen Serez’i kendisine merkez yaptı .Bu başarılardan sonra Osmanlı kuvvetleri Vardar nehri vadilerine girerken karşılarında mukavemet edecek kuvvet kalmadığından bir buçuk iki sene içinde Vardar’ın doğusundaki yerler Osmanlı hâkimiyeti altına geçmiş ve akıncı kuvvetleri Balkan yarımadasının batısına akın yapmaya başlamışlardı .1373-1380 yılları arasında Osmanlılar Rumeli fetihlerine ara verip Sultan Murad 1376’da Anadolu’ya geçti ve Rumeli harekâtının bir müddet için durdurulmasını müteakip buralarda elde edilen topraklarda timar ve zeamet teşkilatı yapıldı ve her tarafa Türk göçmenleri, yani evlâd-ı fâtihan yerleştirilerek şehir ve kasabalarda dinî, ilmî ve içtimaî müesseseler vücuda getirildi ve bu suretle Rumeli şehir ve kasabaları bu müesseselerle donatılarak buralara Türk ve İslâm damgası vuruldu . Osmanlı tarihlerinde Rumeli denilen Balkan yarımadasına yerleştirilmek üzere aileleriyle beraber Türk göçmenlerinin nakli Osmanlı beyliğinin bu kıtayı benimsediğini açıkça gösteren siyasî bir olay olmuştur. Gerek Osmanlılar ve gerek diğer Anadolu beylikleri Batı ve Kuzey Anadolu’da fütuhat yaparak ilerledikleri sırada kendi aşiret kuvvetleriyle beraber gaza etmek üzere Gazi Alp erenlerin faaliyetleriyle Bizans şehir ve kasabalarını işgal ederek yerleştikleri gibi bir kısmı da timar sistemi gereğince askerî hizmette bulunmuşlardı. Osmanlıların Rumeli’ye geçişlerinden itibaren bu kıtadaki yerleşmeleri de iki şekilde olmuştur. Bunlardan birisi ilk fütuhat esnasında Anadolu’daki yakın yerlerden – meselâ Balıkesir, Manisa ve havalisi gibi- Rumeli’de yeni fethedilen yerlere hükümet tarafından eski kayıtlarda sürgün denilen göçmenler nakledilmiş ve buralardaki yerli Rum halkından askerî sınıfa mensup olanlarla nakilleri icap edenlerden bazıları da Anadolu’ya gönderilmişlerdir.Osmanlı Beyliği bu tarzdaki şuurlu ve isabetli hareketleriyle geliştirdiği fütuhatı için geride bırakacağı yerlere Türk göçmenleri iskân etmek suretiyle gerisini emniyet altına alarak Rumeli’de yerleşmeye ve buraları vatan edinmeye karar vermiş olduklarını ortaya koymuştur.Fütuhata iştirak eden diğer bir kısmı ise, aşiret kuvvetleriyle tabiî olarak canları pahasına ganimet malı elde etmek için gaza niyetine gelen yiğitlerden teşekkül ediyordu. Bunların bir kısmı fethedilen kalelere muhafız olarak konuldular; bundan başka işgal edilen yerler Karesi (Balıkesir) ilinden sürekli evler naklediliyordu. Osmanlı beyliği vücut bulmaya başladığı zaman, yani yaya ve müsellem ve yeniçeri teşkilatı yapıldığı sırada Rumeli’de vücuda getirilen timar teşkilatı üzerine bu kuvvetlerin timarlı sipahi ve diğer kısmı Yörük teşkilatına ayrılarak bir kısmı da Evrenuz Gazi kumandası altında akıncı olmak suretiyle askerî sınıflar vücuda geldi ve Manisa havalisinden naklolunan Yörük aşiretleri Serez’e naklolunmak suretiyle hudut kuvvetlerini teşkil ettiler.Daha sonraki tarihlerde fütuhatın Trakya’dan başka Makedonya ve Bulgaristan taraflarına doğru ilerlemesi üzerine buralarda İslâm ve Türk nüfusunu arttırmak üzere zaman zaman Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Rumeli’ye sürgünler gönderilmiş, aynı zamanda işgal edilen bazı yerlerin yerli halkı da Anadolu’ya nakledilmiştir. Bu suretle bir buçuk asır içinde Rumeli şehir ve kasabaları buralardaki ilmî, içtimaî müesseseleriyle tam bir Türk ve Müslüman ülkesi oldu. Bu Türkleşme işinde Rumeli’deki devşirme teşkilatının da önemli bir katkısının olduğuna da şüphe yoktur.Osmanlı Devleti’nin bu sistemli göçmen nakli teşkilatı XV. yüzyılın ikinci yarısı ile XVI. yüzyılın ilk yarısında da devam etmiştir. Mesleâ Sırbistan ve Macaristan’ın işgalleri sırasında Türk şehirlerinden – Rumeli’deki Türkleşmiş yerler de dahil – bu yeni fethedilen yerlere göçmenler nakledildiği gibi oralarda nüfusu yoğun yerlerdeki tehlikeli Hıristiyan halkından bir kısmı da Selanik’e, İstanbul civarındaki yerlere ve Yedikule civarına yerleştirilmişlerdir . Rumeli’de geçici bir zaman için ara verilen askerî harekât 1380’de tekrar başlayınca Sultan I. Murad, Anadolu’dan Rumeli’ye geçmeden önce Makedonya’da harekâta geçilmesini emretti. Bu suretle Timurtaş Paşa, 1380’de Vardar’ın sol sahilindeki İştib’i, 1382’de ise Manastır’ı ve arkasından Pirlepe’yi fethetti ve böylece Manastır, Arnavutluğa ve Kuzey Epir bölgelerine yapılacak harekât için askerî bir üs olmuştur. 1385’te Balaban kuvvatleri tarafından kuşatılan Sofya uzun bir zaman direndikten sonra nihayet teslim oldu ve Yukarı Sırbistan tarafına yapılan harekâtta Timurtaş Paşa’nın oğlu Yahşi Bey tarafından da 1386’da Niş alındı .Kazaskerlikten sonra 1371’den beri vezirlik ve sonra kumandanlık yapan Çandarlı Halil Hayreddin Paşa beraberinde akıncı kumandanı Gazi Evrenuz Bey olduğu halde Makedonya’dan batıya doğru harekâta başlayarak birkaç sene evvel Timurtaş Paşa tarafından haraca bağlanarak sonra elden çıkmış olan Manastır’ı 1385’te zapt ettiği gibi arkasından Ohri’yi fethetti . Çandarlızâde Ali Paşa, 1388’de otuz bin kişilik bir kuvvetle Bulgaristan’a yürüyerek Aydos yakınından Balkan’ı aştı. Timurtaş Paşa oğlu Yahşi Bey bir baskınla Pravadi’yi aldı, daha sonra Şumnu ile civarındaki kaleler fethedildi .
Büyük bir sevincin ve acının bir arada yaşandığı Birinci Kosova Meydan Muharebesi zaferi1389 yılının yazında Sultan I. Murad’ın başkumandanlığı, oğullarından Kütahya ve Hamid tarları sancak beyi Bayezid ile Karesi (Balıkesir vilayeti) sancak beyi Yakub’un, bunların yanı sıra bir müddet evvel hacca gitmiş olan Gazi Evrenuz gibi tecrübeli bir Rumeli akıncı kumandanının, Rumeli beylerbeyi Kara Timurtaş Paşa, Anadolu Beylerbeyi Saruca Paşa’nın iştirakiyle Priştine’ye üç kilometre daha yakın olan Üsküp ile Priştine arasındaki Kosova ovasında yapılan Birinci Kosova Meydan Savaşı’nda evlâd-ı fâtihân sayıca kendilerinden bir hayli fazla olan Sırp, Bosna, Macar, Ulah (Eflâk), Arnavut ve Osmanlı tarihlerinde görülen Leh ve Çek kuvvetlerinden oluşan düşman orduyu sekiz saat gibi kısa bir sürede bozguna uğratıp büyük bir zafer elde etmiştir. Sultan Murad, savaş alanından ayrılıp otağına gelmeden bir zafer sevinci dolayısıyla şükrâne olarak savaş alanını gezdiği sırada Miloş Obiliç adında yaralı bir Sırp asizadesi Sultan Murad’ı hançerlemişti. Muharebe henüz bitmediğinden ağır yaralı olmasına rağmen Sultan Murad muharebenin sonuna ve kesin zafere kadar emir ve kumandayı elinden bırakmadı. Öleceğini anlayan Sultan Murad düşmanı takip etmekte olan büyük oğlu Bayezid’i çağırtarak devlet erkânının ittifakıyla hükümdarlığı, birçok seferde kudret ve kabiliyetini gördüğü bu değerli oğluna bıraktı ve az sonra bir kayda göre elli dört diğer bazı kayıtlara göre ise 65 veya 68 yaşında olduğu halde vefat etti. Sultan Murad’ın cesedi tahnit edilerek Bursa’da Çekirge’de yaptırmış olduğu türbesine gönderilerek iç organları vefat ettiği yere gömülmüş ve üzerine türbe yapılarak zamanımıza kadar “Meşhed-i Hüdâvendigâr” adıyla devam etmiştir. Kosova meydan muharebesi, Evlâd-ı Fâtihân’ın Rumeli’de kalmak için Sırpsındığı ve Çirmen savaşlarından sonra kazandıkları üçüncü büyük harptir. Bu harpteki büyük zaferi temin edip onu gördükten sonra gözlerini hayata kapamış olan I. Murad, tarihte Gazi Hünkâr, Murad Hüdavendigâr diye anılan büyük Osmanlı padişahı olarak yirmi dokuz-otuz sene süren hükümdarlığı zamanında zaferden zafere koşmuş ve yaptığı otuz yedi büyük harbin hepsinde muvaffak olarak babasından bir beylik olarak intikal eden Osmanlı Devleti’nin imparatorluk temellerini atmıştır . Sultan Murad Hüdâvendigâr’ın ölümünden sonra da Evlâd-ı Fâtihân Rumeli’deki fetihlerini Sultan Yıldırım Bayezid’ın komutasında devam ettirmişlerdir. Nitekim Yıldırım Bayezid, harp sahasında hükümdar ilan edilmiş olduğundan muharebeye devam ederek kumandanlarından Paşa Yiğid’e Sırp sınırında Üsküp ve havalisini, Vidin ve Niğbolu’yu da Firuz Bey’e havale ederek Evrenuz Beyi’i de Serez karargâhına göndererek Vodine ve Çitroz’un zaptı için akına gönderdiği gibi Kratova gümüş madenlerini zapt ile Üsküp şehrine Türk göçmenlerini, yani evlâd-ı fâtihânı yerleştiridi . Daha sonra 1393’te büyük oğlu Süleyman Çelebî kumandasında sevk edilen kuvvetler üç aylık bir kuşatmadan sonra 17 Temmuz 1393’te Bulgar başkenti olan Tırnova’yı alıp Bulgar patriğini esir ettiler . Yine Yıldırım Bayezid zamanında 1394’de Selanik ve Larisa (Yenişehir) , 1396’da akıncı kumandanı Gazi Evernuz’un iştirakiyle Niğbolu alındı . Yıldırım Bayezid’den sonra Sultan II. Murad zamanında 2 Mart 1430’da Selanik kesin olarak fethedilerek buraya Vardar Yenicesi ve diğer şehirlerden Türk aileleri, yani evlâd-ı fâtihân getirterek iskân ettirdi. II. Murat zamanında Karaca Paşa tarafından Yanya da 9 Ekim 1431’de teslim alınarak buraya da evlâd-ı fâtihan Türkler yerleştirildi . Haçlıların Konstantiniyye’yi (İstanbul) kurtarmak için son sefer olan Varna muharebesi de 10 Kasım 1444’de Sultan II. Murad’ın başkumandanlığını yaptığı sağ koluna Anadolu Beylerbeyi damat Karaca Paşa, sol koluna Rumeli Beylerbeyi Hadım Şahabeddin Paşa’nın komuta ettiği Osmanlı ordusu tarafından sabahtan ikindiye kadar sekiz-dokuz saatlik gibi kısa bir sürede kazanılarak Bulgaristan’ın Varna şehri Osmanlı topraklarına katıldı. Varna muharebesinin kazanılması evlâd-ı fâtihânın Rumeli’de iyice istikrarını pekiştirmiştir .Sultan II. Murad’dan sonra Osmanlı Devleti’nin sultanı olan II. Mehmed, (İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed) daha önce babası II. Murad tarafından birkaç sefer düzenlenmiş olduğu halde tam olarak alınamayan Arnavutluğa 1465-1479 yılları arasında üç kez sefer düzenleyerek İlbasan, Draç, Kroya (Akçahisar) (1478), İşkodra (1479) gibi önemli şehir ve kasabaları fethederek Arnavutluğu kendi döneminde kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine katmış ve Arnavutlar bundan sonra İslamiyet’i kabul etmeye başlamışlardır. Osmanlılar, Tuna’yı imparatorluğun kuzeydeki doğal sınırı olarak saptamışlardı. Herhangi bir devletin Balkan Yarımadası’nda Tuna’nın güneyinde yerleşmesini engellemek ve daha önce burada yer edinmiş olanları atıp çıkarmak Fatih’in politikası olmuştur; bu, 1460’ta Mora’nın 1464-1479’da Kuzey Arnavutluk’un, 1463’te de Bosna’nın fethiyle belli oldu . Arnavutluk’un ilhakından sonra II. Mehmed döneminde en önemli hadiselerinden biri 1463 ve 1464 yıllarında iki sefer düzenlenerek Bosna ve Hersek’in fethedilmesidir . Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti’nin en batı sınırının serhaddi Bosna-Hersek, bu sınırın muhafızı ise İslamiyet’i kabul etmiş Müslüman Bosna-Hersek halkı olmuştur. Dolayısıyla bu tarihten sonra Türk olmamakla birlikte Boşnaklar da evlâd-ı fâtihan zümresine katılmış bulunmaktadırlar ve Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna terk edildiği 1878 yılına kadar Boşnaklar, Osmanlı Devleti’nin ve İslam’ın bu en batı sınırındaki en güçlü koruyucu kalesi olmuşlardır. Bosna Hersek daha sonraları XVI. yüzyılın ikinci yarısında beylerbeylik olmuştur. Beylerbeyleri sınıra yakın Banyaluka kasabasında otururlardı; Banyaluka’nın batısındaki Bihke (Bihaç) kalesi 1591’de dokuz gün kuşatmadan sonra Bosna Beylerbeyi Derviş Hasan Paşa tarafından alınmıştır. Fatih Sultan Mehmed Bosna’yı aldığı zaman Bogomil mezhebindeki Bosna Hristiyanlarına çok büyük müsamaha göstermiş ve onların devlet hizmetinde yetişmelerini sağlamıştır; Bogomil Boşnak halkı daha sonra toptan Müslüman olmuşlardır. Osmanlı resmî vesikalarında görülen ve diğer devşirmelere tercih edilen bu çocuklara Bogomillerin başka adı olan Patarin’den galat olarak Potur oğulları denilmiştir. Patarinler’in, Hz. İsa’yı Allah’ın kulu ve peygamberi tanıyan inançlarıyla Müslümanlarla aynı inançta olmaları ve Türklerin vicdan hürriyetine hürmet göstermeleri, birkaç yüzyıl Katolik kilisesinin ve bu mezhebdeki kralların ve Macarların mezalimine maruz kalan bu zümrenin yakın itikatları sebebiyle hep birden denecek kadar hızlı bir şekilde Müslüman olmalarını gerektirmiştir. Hatta tarihî rivayetlere göre Fatih Sultan Mehmed, Boşnakların toptan İslâmiyet’i kabullerinden dolayı memnun olmuş ve kendisinden dileklerinin ne olduğunu sormuş, onlar da devlet hizmetinde istihdamlarını rica etmişler ve bu suretle hem ordu ve hem saray ve devlet hizmetinde namuslu ve sadakatli olarak görevlerini yerine getirmişlerdir . Fatih Sultan Mehmed tarafından iki defa muhasara altına alınmış olmasına rağmen fethedilemeyen Belgrad, daha sonra Kanunî Sultan Süleyman döneminde Ağustos 1521 yılında fethedilerek vatan toprakları arasına katılmıştır. Osmanlı ordusunda fillerin de kullanıldığı Kanunî’nin bu ilk seferine Edirne, Filibe ve Sofya medreseleri talebeleri (softalar) da katılmışlardır. Belgrad bu tarihten itibaren Avrupa seferlerinde Osmanlı ordusunun en mühim üslerinden biri olmuş ve Dârü’l-cihâd adını almıştır . Kanunî döneminde Rumeli fütuhatındaki en önemli hadiselerinden biri Yahya Kemal’in ifadesiyle Avrupa’ya “son kuşumuz olduğu asırlarca bilinen” 29 Ağustos 1526’da gerçekleştirilen Mohaç Meydan muharebesi zaferi ve bunun sonucunda Macaristan’ın başkenti Budin’in yanı sıra Segedin ve diğer bazı şehirlerin Osmanlı’nın vatan toprakları arasına katılmasıdır . Bu sefer esnasında aman dileyen köylü ve şehirli halktan gerek Hıristiyan ve gerek Musevilerden birçok hane çoluk çocuklarıyla birlikte Tuna gemilerine konulup iç memleketlere naklolundukları gibi bunlardan bir haylisi İstanbul’da Yedikule taraflarına iskân edildi. Musevilerin bir kısmı Selanik ve bir kısmı da diğer şehirlere gönderilmiştir . Daha önce de değinildiği gibi Evlâd-ı Fâtihân tabiri, ilk başlarda daha çok Rumeli Ordusu içinde yer alan Rumeli Yörükanı Ocaklarına mensup Türk askerleri için kullanılmışsa da, daha sonra tabirin anlam çerçevesi genişleyerek “ilâ-yı kelimetullâh” uğrunda Osmanlı’nın Balkan fetihlerinde aktif rol almış Türk, Arnavut, Boşnak veya Rum asıllı bütün Müslüman savaşçılar ve bu savaşçıların neslinden gelenlerin hepsini kapsayacak şekilde kullanılmıştır.
4. Boşnak, Arnavut ve diğer Evlâd-ı FâtihânOsmanlı tarihine baktığımızda daha ilk dönemden itibaren Sultanların sağ kolu olan ve bütün fetihlerinde yanlarında yer alan sadrazam, vezir ve paşaların önemli bir kısmının ya devşirme usulüyle ya da sonradan ihtida edip Müslüman olmuş kişilerden oluştuğunu görüyoruz. Nitekim Fatih Sultan Mehmed’in vezir-i azamlarından olan ve İstanbul fethi esnasında Anadolu Beylerbeyiliğinde bulunan, Rumeli Beylerbeyi Karaca Paşa’nın Belgrad muhasarasında şehit olması üzerine ise Rumeli Beylerbeyliğine atanan, Adnî mahlasıyla iki mürettep divanı olan ve İstanbul’da adına ait mahalle ve çarşı ile camii, imaret, mektep, medrese ve hamamı, ayrıca gerek Anadolu’da ve gerek Rumeli’de mescit, medrese, imaret, han, hamam ve camileri bulunan Mahmud Paşa’nın baba ve ana tarafından Rum veya babasının Rum ve anasının Sırp olduğu kayıtlarda geçmektedir . Yine Fatih Sultan Mehmed döneminde Vezir-i azam olan ve İstanbul Üsküdar’da cami, imaret ve medresesi olan Rum Mehmed Paşa da ırk olarak Rum’dur . Fatih Sultan Mehmed zamanında başarılarıyla şöhret kazanmış olan değerli kumandanlarından Gedik Ahmed Paşa’nın da açık olmamakla birlikte milliyetinin Sırp veya Arnavut olduğu kayıtlarda geçmektedir . İshak Paşa’nın yerine vezir-i azam olup on dört sene bu makamda kalan, İstanbul’da cami, medrese, imaret, mektebi ve adına semti bulunan Davud Paşa, Arnavut devşirmelerindendir. Fatih zamanında yetişmiş mîr-i alemlikle Fatih’in İşkodra seferinde bulunmuş, sonra beylerbeyi ve vezir olmuş, II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim zamanlarında beş defa vezir-i azamlık etmiş olan Hersek-zâde Ahmed Paşa, Hersekli olup Hırvat asıllıdır. Beylerbeyi, vezir, Rodos adasının zaptına serdar olmuş, Gelibolu Sancakbeyliği ve donanma kumandanlığı, vezir-i azamlık yapmış Mesih Paşa, bazı yabancı tarihçilere göre aslen Rum olup Paleolog hanedanına mensuptur . Ak hadımlardan olan, önemli hizmetlerde bulunan ve Karaman beylerbeyliği ile bir aralık Semendire ve İşkodra kumandanlıklarında, Mora seferinde bulunmuş, Rumeli Beylerbeyliğinden vezirliğe kadar önemli görevlerde bulunmuş olan, İstanbul’dan başka Edirne’de de camii ve hankahı bulunan Hadım Ali Paşa, Saraybısna kazasına bağlı Drozgometva köyünden olup babasının adının Radoşin olduğu rivayet edilmektedir. II. Bayezid devrinde yetişen, Kapıcıbaşılık ile Enderundan çıkmış, Rumeli Beylerbeyliği ve vezirlik yapmış, İstanbul’da adına semti, camii, medrese, imaret, mektep ve tekkesi, Rumeli’de Yenice-i Karasu’da imaret ve Nevrokop’ta cami ve mektep yaptırmış olan Koca Mustafa Paşa’nın da Frenk veya Rum asıllı olduğu söylenmektedir . Sancakbeylerinden, Yavuz Sultan Selim zamanında ikinci vezir, vezir-i azam olmuş Dukaginzâde Ahmed Paşa, Arnavutluk hânedanından olan Dukaginlerden olup Osmanlı hizmetini kabul ederek kardeşi Mahmud Bey’le beraber Müslüman olmuştur . Bosna Sancakbeyliği, Rumeli Beylerbeyliği, vezir-i azamlık yapmış, akhadımlardan olan Hadım Sinan Paşa, Dubrovnik vesikalarına göre Doğu Bosna’da Boroviniç isminde asil bir aileye mensuptur . Kanuni Sultan Süleyman devrinde hasodabaşılığı, vezir-i azamlık, Rumeli beylerbeyliği gibi önemli görevlerde bulunmuş Pargalı İbrahim Paşa’nın aslen Arnavut, Frenk veya Rum olduğu kayıtlarda geçmektedir . Yine Kanunî döneminde harem-i hümayundan yani Enderun’dan yetişmiş, yeniçeri ağalığıyla saraydan çıkmış, sancakbeyliği, beylerbeyliği, vezirlik, vezir-i azamlık yapmış Ayas Paşa’nın Arnavut asıllı olup Avlonya’ya bağlı Himara’da doğduğu kaynaklarda yazmaktadır . II. Bayezid zamanında Enderun’a alınarak sarayda yetişmiş, çuhadar iken Sultan Selim’in cülusu üzerine müteferrikalık ile saraydan çıkmış, sonra çaşnigirbaşı, kapıcı başı, miralem ve vezir-i azamlık yapmış Lütfi Paşa, yine sarayda yetişmiş ve yeniçeri ağalığı, Rumeli beylerbeyliği, ikinci vezirlik, vezir-i azamlık yapmış Kara Ahmed Paşa da Arnavut asıllı devşirmelerdendir . Devşirme yoluyla saraya girmiş, daha sonra yeniçeri ağalığı, Rumeli Beylerbeyliği, Mısır valiliği, kubbe vezirliği, ikinci vezirlik, vezir-i azamlık gibi görevlerde bulunmuş, Semiz Ahmed Paşa, Hersek Sancağında şimdi Bosna (Brazzo) kasabasındaki Braçiç ailesinden Hüseyin adında bir potur’un, yani Bogomil mezhebinde Hıristiyan iken Müslüman olmuş birinin oğludur. Edirne’deki Ali Paşa çarşısı onundur . Son olarak ise, dayısı papaz olup kendisi de küçük yaşta kilisede hizmet etmiş ve Kanunî’nin ilk zamanlarında devşirme olarak alınarak Edirne sarayında yetiştikten sonra İstanbul’a nakledilip Küçük oda hizmetiyle Enderu’a alınmış, daha sonra Hazine odasına geçip oradan da Hasoda’ya ayrıldıktan sonra rikabdar, çuhadar ve silahdar olup sonra dışarı çıkarak çaşnigirbaşı ve kapıcılar kethüdası olmuş, sonra mîr-i mîrân, kaptan paşa, Rumeli beylerbeyi, vezir, vezir-i azam olan Sokollu Mehmed Paşa (Mehmed Paşa Sokoloviç), Bosna’nın Vişegrad kazasına bağlı Rudo nahiyesinin Sokoloviçi köyünden devşirme olup Boşnakça adı Bayo idi . 5. Evlâd-ı Fâtihân’ın Asırlar Ötesinden Bizlere SeslenişleriKendisi de son dönem evlâd-ı fâtihânından biri olan Yahya Kemâl Beyatlı, canlarını vatan ve dîn-i mübîn uğruna feda etmiş bu yiğit evlâd-ı fâtihânın hem asırlar ötesinden hem cennet mekânlarından bize seslenişlerini Mohaç Türküsü adlı şiirinde bizlere en güzel şekilde aktarmaktadır:Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı;Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle!
Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.
Gül yüzlü bir âfetti ki her bûsesi lâle;Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle
Dünyâya vedâ ettik, atıldık dolu dizgin;En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!
Bir bir açılırken göğe, son def’a yarıştık;Allâh’a giden yolda meleklerle karıştık.
Geçtik hepimiz dört nala, cennet kapısından;Gördük ebedî cedleri, bir anda yakından!
Bir bahçedeyiz şimdi şehidlerle berâber;Bizler gibi olmuş o yiğitlerle berâber.
Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden;Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden.
Sonuç YerineSonuç olarak denilebilir ki “Evlâd-ı Fâtihân”lık ilk başlarda Anadolu Yörük Türklerinin teşkil ettiği askerî bir sınıf iken daha sonraları bu kavramın anlamı, ister Türk, ister Boşnak, Arnavut, Sırp, Hırvat, Frenk veya Rum olsun İslamiyet’i benimsemiş Osmanlı Devleti’nin “ilâ-yı kelimetullah” uğruna yaptığı fetihlere katılmış ve Devlet-i Âlî Osmânî’nin ve İslâm’ın bekası için çalışan ve kendini bu davaya adamış herkesi kapsayacak şekilde genişlemiştir. Dolayısıyla, bugün Edirne, İstanbul ve Bursa’nın yanında Makedonya’da Üsküp, Manastır, Kalkandelen, Ohri, Struga, Kırçova’da; Bulgaristan’da Sofya, Filibe, Şumnu, Kırcaali’de; Arnavutluk’ta Tiran, Berat, İşkodra’da; Kosova’da Prizren, Priştine, Mamuşa’da; Sırbistan’da Belgrad ve Niş’te; Sancak’ta Yenipazar (Novipazar), Siyenitsa (Sijenica), Priyepolye’de; Yunanistan-Batı Trakya’da Gümülcine, İskeçe’de; Karadağ’da Podgoritsa ve Rojaye’de; Bosna-Hersek’te Saraybosna, Mostar, Tuzla, Zenitsa, Maglay’da Müslümanlar yaşıyor ve ezân-ı Muhammedî okunuyorsa, bunu bizden önce buraları tekbirler eşliğinde fethedip vatan eden, buralarda “çil çil kubbeler serpen”, asırlarca buraları canları pahasına koruyan bu Evlâd-ı Fâtihân’a borçlu olduğumuzu unutmamak ve onları her daim hayır dualarla yâd etmek gerekir…
Kaynakça: Aydın Ayhan, Rumeli ve Akdeniz Adalarında Türk Varlığı, Doğu Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 2013Aziz Nazmi Şakir Taş, Adrianopoli’den Edirne’ye/Edirne ve Civarında Osmanlı Kültür ve Bilim Muhitinin Oluşumu (XIV-XVI Yüzyıl), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2009Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), Çeviren: Ruşen Sezer, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006Halil İnalcık, “Rumeli”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.35İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2011, Cilt: I, IIYahya Kemal Beyatlı, Kendi Gökkubbemiz, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003Yusuf Halaçoğlu, “Evlâd-ı Fâtihân”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, C.11
Bir yanıt bırakın